Kasım ayının 27’nci günü, Dünya Drama günüdür. 1990 yılında kurulan Çağdaş Drama Derneği nin düzenlediği ve drama kültürünün gelişmesi açısından son derece değerli öneme sahip olan uluslarası kongreler, yurt içinde ve yurt dışındaki drama liderlerini bir araya getiriyor. Drama kültürünün yaygınlaşması ve gelişmesi konusunda ufuk açıyor. Drama kültürünün gelişmesi de tiyatro kültürünün gelişmesine doğrudan katkıda bulunuyor.

Tamer Levent info@dirensanat.com

Bu yıl, 27 Kasım’da Antalya’da  düzenlenen 28’inci kongre, dünyanın yaşamakta olduğu “insan olmanın değersizleştirildiği” endişesine karşı, “insan olmanın değerliliği”ni arıyordu. Çember olmayı, yani birlik olmayı öneriyordu. Bu yıl, konuşmacı ve atölye lideri olarak çağrılanlar arasında ben de vardım. Benim Çağdaş Drama Derneği ile ve Türkiye’de drama hareketi ile organik bir bağım var. 1975’lerde başladığım bu bağ bana önceleri yaratıcı oyunculuk arayışı olarak yansımıştı. Ancak, tiyatro kültürünün bizde yeterince anlaşılmadığı düşüncesi, Osmanlı döneminde oyuncunun mahkemede şahitliğinin kabul edilmemesi, tiyatro ile insanın kendisi ile yüzleşmesi ve kişisel gelişimini arttırabilmesi konuşulmuyordu. Tiyatro sosyal gelişme için bir ihtiyaç olarak görülmüyordu. Toplumsal iletişim ve insanların birbirleriyle olan benzerliklerini anlamasının önemi, tiyatronun bu çok önemli soruna yaptığı büyük katkı, tanımlanmıyordu. Belki de böyle bir gelişme ihtiyaç olarak görülmüyordu.

Konservatuvarda öğrenci iken bu sorularıma cevaplar ararken, John Hodgson’un ‘İmprovisation’ ve ‘The Uses of Drama’ kitaplarını edinerek, doğaçlama çalışmaları yapmaya, arkadaşlarımla bu denemeler aracılığı ile yaratıcı oyunculuk arayışına girmiştim. John Hodgson, diğer kitabında ise ‘drama’nın kullanım alanlarını anlatıyordu. Bende, bu kitaplarını okuyarak; Türkiye’de anlamının ‘acıklı’ olduğu zannedilen ‘drama’nın, ‘durum’ demek olduğunu, yaşamın her alanında ve  bütün disiplinlerin durum ile ilişkili olduğunu anlıyordum.

İnsanın olduğu yerde durum vardı… Durumun olduğu yerde de olumlu ya da olumsuz olaylar. Biz bu olayları rol oynama yöntemi ile canlandırabilir sonra da tartışarak değerlendirmesini yapabilirdik! Böylece, insan ilişkilerini anlamak ve anlamlandırmakta önyargılı olmak yerine durumu yaratan nedenleri bulabilir, kalıcı çözümler üretebilir, durumların canlandırılması ve değerlendirilmesinden kendimize dersler çıkarabilirdik.

Dramayı tanıdıkça, onunla ve “yaşamda kullanım değeri” ile ilgili yazılar yazmaya başlamıştım. Kültürünü oluşturma katkıları yapmak istemiştim.

Eğitimde kullanılması halinde, öğrencilerin pasif dinleyici olmak yerine derse aktif katılan, rol oynayarak, öğrendikleri bilgileri, yaşamda nasıl kullanacaklarını prova edeceklerini, gerçek eğitimin bu olduğunu anlatıyordum. Tek bir kavram gibi kullanılan, öğretim ve eğitim arasındaki farkları anlatıyordum. Bu yazılar, bir kaç yıl sonra,  Ankara’da yeni kurulmuş olan İlkadım Okulları sahibesi Rengin Kocabıyıkoğlu’nun dikkatini çekmişti. Onların okullarında, bu söylediklerim doğrultusunda öğretmenlerle yaratıcı drama çalışmaları yapmaya başladım. Aynı yıllarda, İnci San ile buluşmamız ve hemen anlayış birliği sevincini yaşamamızın ardından Ankara Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde başlattığımız çalışmalar, seminerler, kurslar, uluslararası buluşmalar ve Çağdaş Drama Derneği’nin kurulması geldi. Kişisel olarak drama çalışmalarına başlama yılım 1975, Ankara Sanat Kurumu 1977, Uluslararası seminerlerin başlaması 1980 sonrası. Çağdaş Drama Derneği’nin kurulması 1990.

28’inci Kongre’de açılış konuşmasını yapan, Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ömer Adıgüzel, dernekte yapılan çalışmaları anlatırken, eğitim programlarını nasıl hazırladıklarını, projeleri program haline getirerek Talim Terbiye’ye nasıl sunduklarını anlattı. O andan itibaren, Çağdaş Drama Derneği bana başka çağrışımlar yaptırmaya başladı.

SANATAEVET,GÜNEY KORE ve  ÇAĞRIŞIMLAR

Ünlü Seul Olimpiyatlarından yaklaşık altı ay sonra, Güney Kore ve UNESCO birlikteliği ile düzenlenen Asya Pasifik Ülkeleri Kültürlerarası Buluşma Sempozyumu’na davet edilmiştim. Güney Kore, Seul Olimpiyatları için yapılan tesisleri kültürel yaşamın geliştirilmesi çalışmalarına vakfetmişti.

Gelen konukların ağırlandığı otelin isminin Olimpic Hotel olması da bunun  en somut kanıtıydı. Çünkü bu otel de Olimpiyatlar için yapılmıştı.

Oturumlar şeklinde yapılan çalışmalarda, her biri farklı ülkelerden gelen üyeler, kendi ülkelerindeki kültür politikalarından söz ediyor, eleştirilerini yapıyorlardı. Doğal olarak ilk söz  Güney Kore’ye verilmişti. Güney Kore adına konuşan, Madam Kang Sung Yang’ı takdim eden sunucu, onun için “kültür mirasımız” cümlesini kullanmıştı. Madam Kang Sung Yang, savaş sonrası  yıkılmış bir Güney Kore’nin kendisini toparlamasında en önemli faktörün kültürel gelişmeye verilen önem olduğunu belirtmişti. Madam Kang Sung Yang Güney Kore Kültür Vakfı’nın başkanıydı. Savaştan sonra yeniden toparlanma çalışmalarını başlatan Güney Kore, siyasi yapılanma sırasında, siyasi partilere bağlı bir Kültür Bakanlığı oluşturmamış, aksine siyasi değişimlerden etkilenmeyen kültürel kalkınma için, Güney Kore Kültür Bakanlığını bu Kültür Vakfı yürütmüş. Çünkü siyaset yapanlar, bu vakfın ve üyelerinin ‘kültür’ konusunda ülkelerindeki en yetkin kişiler olduklarını, eğer bu ülkeyi kalkındırmak istiyorlarsa, bu konuyu, uzmanlarının yer aldığı, Vakfa bırakmak gerektiğini düşünmüşler! 10 yıl boyunca, ülkenin kültürel kalkınması bu Vakıf’tan sorulmuş. Eğitim alanının kültürel önemi ve eğitim müfredatları için Eğitim Bakanlığı ile yapılan ortak çalışmalar, sanat kültürünün yaygınlaşması, kent planlaması ve kültür, okullarda sanat eğitimi, tiyatro, opera, bale, sergi salonları, yayıncılık, Güney Kore resminin gelişmesi, geleneksel ve modern müzik, mimarlık, sinema, tiyatro kültürünün gelişmesi ve kültür ile ilişkili ne kadar alan var ise bu Vakıf tarafından düzenlenmiş! Bu, insana verilen değerin, bir ülkenin gerçekten kalkınması istendiğinde, her işin ehli insanlarla çalışma ahlakının en etkin örneği değil mi?

İşte Çağdaş Drama Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Ömer Adıgüzel’i dinlerken bu örnek aklıma geldi… Çağdaş Drama Derneği de bir sivil toplum kuruluşu, Güney Kore Kültür Vakfı da. Ama Çağdaş Drama Derneği’ne “Türkiye’nin eğitim alanını sen programla!” demek neden bizim ülkemizde hiç kimsenin aklına gelmiyor? Bizde yurtseverlik ve kalkınma projeleri oluştururken nasıl bir kültür, nasıl bir insan modeli ve bu insan ile yapılacak bir kalkınma programı düşüncesi ile Güney Kore modeli arasında neden bir benzerlik yok? Köy Enstitülerinin oluşumu ve onun vereceği 7 kuşak mezun bu ülkeyi gelişmiş ülkeler düzeyine getirmeyecek miydi? Kim kapattı, kim kapattırdı o okulları. Bu gün, insanımız kendinden başkasını düşünmeyen, ahlakı yozlaşmalar içinde, kadına şiddet, insana şiddet konularında dizginlenemez bir kültür sorunu neden yaşıyor? Diyanet İşleri Başkanlığı, kuruluşunun 90’ıncı yılında, ”İslamiyet Güncellenmelidir” diye bir açıklanma yapmış olmasına rağmen, neden çağdaş ahlak, çağdaş bilim, estetik ve adalet konularında Türkiye evrensel değerlerden kopuyor? Buna karşılık bir mucize de gelişmiyor! Yani Türkiye Kültürel gelişme konusunda evrensel değerlerden uzaklaşmaya kalktığında, sorunlarını çözemememiş, objektif değerler ölçülerinde birleşememiş, uluslararası manüpülasyona hazır Ortadoğu ülkelerine benzeyerek dünyaya, bu şartlarda, gelişmiş bir ülke modeli mi gösterecek? Öyle olabilseydi, Pakistan bunu yapabilirdi, Bangladeş yapabilirdi… Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Mısır gibi ülkelerde bir kalkınmışlık modeli yok. Bir tefekkür yok, dünyaya örnek olabilecek insanlık davranışı, siyasal bir gelişme yok! Ayrıcalıklı olan, Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri de bu anlamda bir uygarlık örneği göstermiyor. Fas, Tunus, Cezayir de. O zaman,Türkiye bunlardan biri olmayı neden tercih eder bir görünüm yaratıyor?  

Güney Kore, Türk askerinin de katıldığı savaş sonrasında kültürel olarak kalkınmayı ön planda tutarak, ekonomik ve sanayii de kalkınmayı başarmış bir ülke modelidir. Artık, Kültür Bakanlığı, Kültür Vakfı tarafından yürütülmüyor! Ama, hükümet değişimlerinde Kültür Bakanları yeni seçilen hükümetin milletvekillerinden bir bakana da verilmiyor. Her yeni seçilen hükümet sadece Kültür Bakanını,  kültür ve sanat alanından tanınmış, liyakat sahibi bir kişinin arasından seçiyor ve kabine dışı bir atama gerçekleştiriyor. Bu anlayışla hareket eden Güney Kore devleti, acaba kimin çıkarını objektif olarak ön planda tutuyor? Kişilerin mi, Güney Kore Cumhuriyeti’nin mi ? Yakından tanıdığım Güney Kore Devlet Tiyatrosu sanat yönetmeni Kim Myung Gon’u, 2015’de yönettiği ‘Kral Lear’ uyarlaması olan ‘Kral Uru’ oyunu ile T.C. Devlet Tiyatroları olarak, Antalya’ya davet etmiştik. Çok başarılı olan bu yorumu Aspendos’ta 10 bin izleyici oyunu izlemişti. Hyundai, Samsung ve LG firmaları bu sanat kültür işbirliğinin gerçekleşmesine, gönüllü olarak ,Türkiye içi katkılarda bulunmuşlardı. Arkadaşımız Kim, daha sonra, Atila Koç’un Türkiye de Kültür Bakanı olduğu yıllarda, Güney Kore’de Kültür Bakanı olmuştu. Bu kez T.C. Kültür Bakanlığı’nın davetlisi Bakan olarak, Türkiye’yi ziyaret etmişti.

İnsanın ve onun yaşam kalitesinin geliştirilmesini hedef alan toplumlar mutlu toplumlar oluyor. Hem kendileri hem de ülkeleri için çalışmaktan gurur duyuyorlar. Başarılılarını hep birlikte sevinç ile kutluyorlar.

Sanata Evet, yaşamın sanatsallaşması adına, yaşamı mutsuzlaştıran, yaratıcılıkların dünya, ülke ve insan yararına olmasını kısıtlayan anlayışlara karşı, kısır politik çıkarların veya politikacılara duyulan güvensizliklerin dışında, yaşamın esas kültürünü oluşturmayı ve onu sanat kavramı ile buluşturmayı öngören bir vizyon olmalıdır. Çağımız insanının bu beklenti içinde insana dayalı bir yaşam biçimi özlemi duyduğunu ve bu yaşam biçiminin kültürünü de sanat yapma sorumluluğu ile oluşturması beklentisi içinde olduğunu düşünüyorum.

Demokrasi kültürünün ‘drama kültürü’ ile; drama kültürünün, özellikle tiyatro, sinema, edebiyat alanlarında, resim, müzik, mimarlıkta; dansta,

fotoğrafta, bulunuşunu özümseyip, sonra da tüm yaşamı kapsadığını fark ettiğimizde önemini çok daha iyi anlamamız gerekir. Yaşamın bütününün dramatik olduğunu anlarız o zaman. O zaman drama ile demokrasi, gerçek  demokrasi, özenle yapılan demek olan, sanat kültürü arasında doğrudan bağ kurulacaktır. Bu bağ, ressam, heykeltıraş, mimar, tiyatrocu, operacı, baleci, yazar, şair, müzisyen, sinemacı, fotoğrafçı, sporcu olma olanağı bulamamış insanların da sanatçı olabileceğini açıklayan kültürel bir bağ olacaktır. Kaynağında drama (durumsal) olacaktır. Bu durumların, iyi, güzel, doğru; yani etik, estetik ve adalet ile ölçülmesi hali de yaşamın sanat haline gelmesini, yani SanataEvet’i gerekli kılacaktır… Bu nedenlerle 1990 yılından bu yana faaliyet gösteren Çağdaş Drama Derneği’nin, gönüllülük esası ile  yerine getirdiği sorumluluk, yetiştirdiği drama liderleri ve mevcut üyeleri ile, bu ülkenin yüzünü aydınlatan bir örnek modeldir. Ben, bunu Antalya’da 28’inci kongrede bir kez daha gördüm, buradan da paylaşmak istedim.

Tamer Levent

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.