Zehra İpşiroğlu/ Eleştirinin Yapıcı Gizil Gücü

0

Eleştirel düşünce üzerine

Eleştirel!  düşünme yaşam karşısında temel bir duruş. Bir olgunun özüne inme, onu  sorgulayarak, deşerek  çeşitli boyutlarıyla anlamaya çalışma, kısaca üzerinde  düşünce üretme anlamına geliyor.

Eleştirel bakışın belki de en temel özelliği  bizim  her söylenilene ya da gösterilene körü körüne inanmamamızı sağlaması, böylece de  bizi  kuşatan her tür olumsuz etkiden koruması.. Kısaca  bizi  özgürleştirmesi…   

zehra-elestiri
Zehra İpşiroğlu

Eleştirinin her tür olumsuzluğa karşın bağışıklık kazanmamızı sağlayan bu dönüştürücü gücüne karşın, bizde eleştiriye nedense hep olumsuz bir anlam yüklenir. Biri bir şeyi eleştirmek istediğimizde çoğu kez “Özür dilerim , sakın bunu eleştiri olarak almayın” deriz.  

Sanıyorum aslında bunun  birbirine bağlı  bir kaç nedeni var:

İlk nedeni  sorunları bastırma, yok sayma, görmezden gelme ya da kusurların hemencecik  üstünü örtme eğilimimiz.  Gerçekten de bizler bir sorunla karşılaştığımızda, çoğu kez o sorunu görmezden geliriz, böyle bir şey sanki hiç yokmuş gibi davranırız.  Ya da sorunu gündeme getirmekten kaçınırız,  ama bildiğimizi de okuruz. Böylece yalana dayanan ilişkileri de göze almış oluruz.   Toplumumuzda  sorunlar hep yok sayılır,  üstünde konuşulmaz bile,  hele bazı konular vardır ki tabudur..

Ne var ki bir sorun biz onu görmezden gelince kendiliğinden yok olmuyor ki, tersine giderek büyüyor, kimi kez dağ gibi bir engele dönüşüyor.  

Eleştiriye karşı olmamızın ikinci nedeni  ise eleştiri ile suçlamanın karıştırılması.  Oysa  eleştiri ile suçlamanın birbiriyle uzak yakın ilgisi yok.. Eleştiri  yol açıcı bir olgu, çünkü eleştiri yoluyla bir takım şeyleri değiştirmek bizim elimizde. Biz buna yapıcı eleştiri diyoruz.  Oysa  suçlama kutuplaşma yaratan öznel bir davranış. Televizyonda politikacılarımızın konuşmalarını izlediğimizde   birbirlerini hep suçlayıp durduklarını görüyoruz..  Ama eleştiri yapmıyorlar, çünkü sorunun temeline inmekten kaçınıyorlar.  Aynı yaklaşımı medyada da, sözgelimi gazetelerin köşe yazılarında görüyoruz. Bu açıdan da hiçbir gelişme olmadan durmadan aynı sorunlar ortaya dökülerek tam bir kısır döngünün içine düşülüyor. Sonuçta eleştirinin  sorun odaklı ve olabildiğince nesnel,  suçlamanın  ise   kişisel ve öznel olduğunu söyleyebiliriz.

Eleştiride, eleştiriyi dile getiriş biçimimiz de  elbette  önemli. Çünkü eleştirmek “sen böylesin, sen şöylesin!” diye karşımızdakinin tüm  kişiliğini hedef alarak onu  kırmak, hele  aşağılamak hiç değil.. Bunu yaptığımız anda gene aynı yanlışa düşüp eleştiriyle suçlamayı birbirine  karıştırmış oluyoruz. Öte yandan saldırganlığı da  her ne kadar karşımızdakini provoke etmek istersek isteyelim  yol açıcı ya da yapıcı bir duruş olarak görmemiz güç.  Bir de  eleştirinin öğretmenlikle de ilgisi olmadığını vurgulamam gerekiyor.”Şu olmuş şu olmamış, şuna tam not verdim, şuna yarım not verdim” gibi bir yaklaşım bence otoriter eğilimlerin sorgulandığı bir dünyada özellikle gülünç kaçıyor.

Günümüzde çok moda olan  olumlu düşünmenin de   eleştirel bakışın sanki tam tersi bir duruşmuş gibi gösterilmesini  yanlış buluyorum. Çünkü olumlu düşünme  sorunları bütünüyle görmezden gelme ya da yok sayma anlamına gelmiyor. Yani armut piş ağzıma düş anlamında edilgin bir davranış değil.Tersine  belli bir farkındalığı, yani alımlama yetimizin gelişmiş olmasını koşulluyor. Farkındalık bir sorunu o sorundan mesafe alarak  bir bütün içinde olumlu ve olumsuz yönleriyle alımlamak anlamına geliyor. Sorunu  tüm boyutlarıyla  görebildiğiniz anda,  olumlu düşünerek yapıcı çözümler üretmeye başlıyoruz. Bu açıdan olumlu düşünme ve eleştiri birbiriyle çelişmiyor, tersine birbirini tamamlıyor.

Algılamaya dayanan eleştiri anlayışıyla (izlenimci eleştiri) alımlamaya dayanan eleştiri arasındaki fark

Eleştiri üzerine saptadığım bu genel ilkeleri  edebiyat, tiyatro, film, sanat eleştirisi için de söyleyebiliriz. Eleştirmen dışarıdan bakan bir kimse olarak yapıtın, söz konusu tiyatroysa, sahne yorumunun nasıl oluştuğunu alımlarken, sahnedeki göstergeleri ve birbirleriyle olan bağlantılarını bir bir çözümleyerek  yapıtın nasıl oluştuğunu, hangi düşünsel temellere dayandığını , ardındaki dünya görüşünün ne olduğunu vb. çıkartıyor. Buna bir tür yap boz oyunu da diyebiliriz.

Bir yapıtın yazınsal metinlerde öykü ve söylem düzleminde(ne anlatılıyor, nasıl anlatılıyor), gösterim sanatlarında öykü ve sunuş  düzleminde alımlanması, yapıtın algılanmasından çok farklı bir şey. Oysa özellikle tiyatro eleştirisinde  çoğu kez algılama ve alımlama birbirine karıştırılıyor. Algılama ilk izlenimin sınırları içinde kalıyor ve alımlama sürecinin ilk aşaması. Algılama yani ilk andaki izlenimlerle başlayan alımlama süreci,  okuma, yorumlama (göstergelerin birbirleriyle olan bağlantılarını çıkartma), anlama ve değerlendirmeyle  gelişiyor. Eleştirme alımlamanın sona erdiği nokta da, yani alımlama sürecinden sonra başlıyor.

Eğer eleştirmek istediğimiz   yapıtı alımlamadan kaçınarak, yapıtın sadece  bizde  algılama düzeyinde bıraktığı  izlenimleri (kimseyle bozuşmamak içinde çoğu kez sadece olumlu izlenimleri)  anlatmakla  yetinirsek,  izlenimci bir eleştiri anlayışının sınırları içinde kalırız. Bizdeki  eleştiri anlayışında genellikle  izlenimciliğin  geçerli olduğunu görüyoruz.

Çok duymuşuzdur kimi eleştirmenin alçakgönüllü bir havaya girerek“Ben akademik eleştiriye karşıyım, içimden geldiği gibi yazarım” ya da “eleştiride nesnellik diye bir şey olamaz, ne hissediyorsam onu dile getiririm” dediğini.

Tabii ki eleştiride nesnellik olamaz, sonuçta eleştiriyi yazan kişinin  dünya görüşü, bakışı, yorumu karışacaktır işin içine. Ayrıca yapıtın ilk anda bizde bıraktığı izlenimler de önemli olabilir, dahası sadece izlenim düzleminde kalarak da bazı önemli gözlemler de yapmamız mümkün.  

Ama eleştiri yazma her şeyden önce alımlayan ile yapıt arasında  bir denge oyunu.  Yapıtı tüm boyutlarıyla ne kadar iyi kavrayabilirsek, kendi yorumumuzu da o kadar iyi temellendirebiliriz. Ama   yapıtı anlama çabasına katlanmadan, sadece kendi duygularımızı anlatırsak eleştirdiğimiz yapıta haksızlık yapmış olmaz mıyız?  

Gündeme getirdiğim bu sorunlara karşın, eleştiri anlayışımızın tarihsel süreç  içinde  belli bir gelişim gösterdiği  söylenebilir.  Ellili altmışlı yıllara kadar süren tiyatro eleştirisi anlayışında

daha çok  yazarın  kişiliği , yaşamı üstünde duruluyor, yazdığı oyunla ilgili bigiler veriliyordu, sonraki yıllarda sahne yorumlarına da değinilmeye başlandı.Radikal, Cumhuriyet gibi belli bir kalite düzeyini yakalayan gazeteler, bir gazete  yazısının kısıtlı olanakları içinde  zaman zaman nitelikli  eleştirilere  yer veriyorlar. Öte yandan Tiyatro dergileri başta olmak üzere kimi yazın dergilerinde de tiyatro eleştirilerine de  yer veriliyor.  Son yıllarda çıkan eleştiri yazılarında akademik eğitimden geçmiş olanların  yazılarının  düşünsel açıdan daha iyi  temellendirebildikleri dikkati çekiyor.

Kültür endüstrisinin  eleştiri üzerindeki olumsuz etkileri

Batı toplumlarında köklü bir tiyatro geleneği olduğundan eleştiri de bizdekine oranla daha gelişmiş. Ne var ki  son yıllarda medya kültürünün her şeye egemen olmasıyla birlikte orada da ben özellikle Almanya’yı örnek vermek istiyorum, eleştiri anlayışında ciddi bir yozlaşma olduğunu görüyoruz. Medyanın etkisi altında gelişen sabun köpüğü gibi oyunlar  sadece algılama düzeyinde kalan bir bakışla göklere çıkartılırken, belli bir kaliteyi tutturan, bu açıdan da izleyiciyi zorlayan oyunlar çoğu kez görmezden geliniyor. Bu sanat ve edebiyat alanında da farklı değil. Çok satar kimi  piyasa edebiyatı yazarlarının yapıtları vitrinleri süslerken, gerçekten nitelikli ve değerli olan bir çok kitap gözden kaçırılıyor.   Öte yandan bir yazar ya da bir kitap ya da bir oyun bugün göklere çıkartılırken,  kısa bir süre sonra belleklerden bütünüyle siliniveriyor.

Önemli bir nokta da  günümüz postmodern kültür yaşamında bir şeyi eleştirmenin  genellikle otoriter ya da didaktik bir bakış olarak küçümsenmesi. Tüketim toplumlarına özgü olan bu gelişimden de  doğal ki en çok kültür endüstrisi payını alıyor.  Eleştiri diye bir şey ortadan kalkınca da sadece pazarlama anlayışının ölçütleri geçerli olmaya başlıyor ki, bunu ben çok büyük bir tehlike olarak görüyorum. Çünkü  eleştirinin yerini pazarlama ve reklam aldığı anda insanlar  güdümlenmeye başlıyor. Sözgelimi Harry Potter dizisinin büyük küçük herkes tarafından satış rekorlarını kırmasını başka türlü nasıl açıklayabiliriz?

Özellikle Almanya’da  eleştiri alanında şu sırada öylesine olumsuz bir dönüşüm yaşanıyor ki,  bizdeki eleştiri anlayışıyla kıyasladığımda bizdeki durumun hiç de kötü  olmadığını söyleyebilirim.  Gene de batıda  çok köklü  bir eleştiri geleneği  olduğu için, yaşanan bu yozlaşma sürecinin de geçici olduğunu düşünüyorum.

Eleştirel bakışın yapıtın oluşum sürecine katkısı

Bertolt Brecht edebiyat ve tiyatro eleştirisi bağlamında eleştirel yaklaşımı yapıcılığı ve insancıllığıyla tanımlıyor. “Eleştiri işbirliği ilerleme, yaşama demektir. Eleştirel yaklaşımın eksik olduğu yerde sanat yapıtının tadına varılamaz” diyor.  

Brecht’in tanımladığı bu eleştiri anlayışı  sanat yapıtının estetik özellikleriyle bir bütün olarak alımlanmasına dayanıyor.  Kimi sanatcı yapıtının oluşum sürecinde de güvendiği kimselerin eleştirilerinden yararlanır. Brecht’in kendisi yazılarından okuduğumuz kadarıyla  oyunlarının oluşum sürecinde  eleştiriye dayanan bir diyaloğa özellikle çok açıktı.

Günümüz Almanya’sından bir örnek verecek olursam,  bizim izleyicimizin de çok iyi tanıdığı Theater an der Ruhr’un yönetmeni Roberto Ciulli yeni bir oyun sahnelediğinde oyunun genel provasına  küçük bir çevreyi, özellikle de gençleri davet ediyor.  Provanın sonunda da oyunun üzerine uzun uzun tartışılıyor. Bu uygulamayı Almanya’da bazı tiyatrolar yapıyorlar.

Genel prova,  oyunun son aşamasını oluştursa  da Theater an der Ruhr’da doğaçlamaya dayanan açık biçim bir tiyatro anlayışını savunulduğundan,  provada  gündeme gelen eleştiriler  gene de yol açıcı olabiliyor.

Ya da bizden bir örnek verecek olursam, sevgili dostum  Genco Erkal  Dostlar Tiyatrosu’nda yeni bir oyun sahnelediğinde beni  mutlaka birkaç provaya çağırır. Bir oyunun nasıl yavaş yavaş oluştuğunu gözlemleme, eksiklerini, engellerini ve  olumlu gizilgücünü  görebilme, oluşum süreci içinde oyunun üzerinde tartışma gerçekten çok heyecan verici bir şey.  Ancak böylesine verimli bir düşünce alışverişinin olabilmesi için hem  karşılıklı güvene ve dostluğa dayanan bir iletişimin olması, hem de  sanatcının kendisine, kendi yaratıcılığına  yüzde yüz güvenmesi gerekiyor.  Bu güvenin eksik olduğu yerde işin içine   kaygı ve korkular ya da kıskançlık, rekabet duygusu vb. olumsuz duygular karışacağından verimli bir düşünce alışverişinin gelişmesi mümkün değil.

Ben de yeni bir kitap yazdığımda mutlaka çok güvendiğim birkaç yakınıma okutup görüşlerini ve eleştirilerini alırım. İlk andaki izlenimleri, tepkileri, ileriye yönelik kaygıları her şeyden  önemli ve değerlidir benim için.

Eleştiri Eğitimi

Kanımca yüksek öğretimde  özellikle sosyal bilim dallarında okuyan herkesin sanat, edebiyat, tiyatro eleştirisine ilişkin somut bilgileri olması gerekiyor. Gençler  iyi bir eleştiriyi başarısız eleştiriden ayıran ölçütler nedir, ülkemizde eleştiri nasıl uygulanmakta, başlıca sorunlar nedir gibi sorunlarla hesaplaşabilecek bir birikim elde etmeleri, okudukları bir roman ya da öyküye, gördükleri bir oyun ya da filme koşut olarak çeşitli eleştiri yazılarını okuyup değerlendirebilmeli, dahası kendileri de eleştiri yazabilecek bir düzeye gelebilmelidir. Bizde yüksek öğretimde bu konu üzerinde hiç  durulmuyor. Üniversitelerde edebiyat bilimleriyle uğraşan bölümlerde edebiyat kuramları ve yöntemleri çoğunlukla edebiyat eleştirisi adı altında kuramsal düzeyde okutuluyor, doğrudan sanat dünyamıza giren edebiyat ve tiyatro eleştirisiyse görmezden geliniyor. Bunun nedenini eleştirel düşüncenin bize yabancı oluşuna bağlayabiliriz. Kuramsallığın dar sınırlarını aşamayan bir görüşe ya da ansiklopedik bilgi yığmacasına dönüşen bir bilimsellik anlayışı eleştirel düşünceye taban tabana karşıt düşüyor. Oysa bilimsel düşünce her şeyden önce eleştirel düşünceyi öğrenme ve öğretme anlamına geliyor. Eleştirel düşünceyse bir kavram ya da bilgi yığmacası değil, bizi aydınlatan, yönlendiren bir düşünce biçimidir.  

Doksanlı yılların başında İstanbul Üniversitesi  Dramaturgi ve Tiyatro Eleştiri Bölümü’nü kurduğumda  amaçlarımdan biri de eleştirel düşünmenin  yerleştirilmesi ve geliştirilmesiydi. Aradan geçen yıllar içinde bu bölümden mezun olanlardan kimi önemli konumlara geldiler, kimi  eleştiri de yazıyor. Söz gelimi çocuk tiyatrosunda yeni bir eleştiri anlayışını gene bu bölümden mezun olan  Doç.Dr. Nihal Kuyumcu geliştirdi. Ya da Doç.Dr.Fakiye Özsoysal  yeni kitabı “Oyunlarda Kadınlar”da  feminist eleştiri anlayışının ışığında  yerli oyunlarda toplumsal cinsiyet izleğini inceleyen sıra dışı  bir kitap yazdı. Bunun gibi bir sürü örnek verebilirim. Bugün Tiyatro Bölümü  iki ana bilim dalına ayrılarak Oyun yazarlığı ve Dramaturgi ve Tiyatro kuramları ve  Tiyatro Eleştirisi  Prof.Dr.Kerem Karaboğa’nın başkanlığında  etkinliğini sürdürüyor. Tiyatro Eleştirmenliği Anabilim Dalı’nda da  kuram ve uygulamalı çalışmalara ağırlık veriliyor.

Şu bir gerçek ki  üniversitelerimizin   bütün tiyatro bilim dallarında  tiyatro eleştirisi derslerine geniş çapta  yer verilmesi  kuşkusuz çok yararlı olabilir.  Ama   az önce de değindiğim gibi  bu  tür dersler genellikle eleştiri kuramlarıyla kısıtlı kalıyor, oysa  ben  doğrudan uygulamaya yönelik çalışmalardan söz ediyorum. Görmeyi öğrenme ve geliştirme bağlamında sahne çözümlemeleri  yapma, gerek metin, gerek sahneleme düzleminde tiyatro alımlamasına geniş çapta yer verme,  eleştiri anlayışının gelişmesi açısından  çok  önem taşıyor. Akademik alanda tiyatro eleştirisini  yeterince önemsenerek birikimli ve donanımlı genç eleştirmenler yetiştirilebilirse,  eleştiri anlayışımız da  köklü bir değişim olabilir.  

TEB ve kuşaklar arası düşünsel alışveriş

Bu bağlamda  Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin  de önemine değinmek istiyorum. Tiyatro eleştirmenlerinin kendi aralarında örgütlenmiş olmaları  tiyatro yaşamımız açısından çok önemli.  TEB yıllarca Üstün Akmen’in başkanlığında etkinliğini sürdürdü. Bu dönemde tiyatronun karşılaştığı politik baskılara da  karşı çıktı, tepki gösterdi.  

Son birkaç yıldır genç kuşağın TEB’E sahip çıkması ve  akademik bir eğitimden geçmiş yeni eleştirmenlerin katılmasıyla birlikte yeni projeler ve etkinliklerle daha da canlandı  ve gelişti.   Çok önemli ve sevindirici bir gelişme de Tiyatro Eleştirmenler Birliğine bağlı olarak yılda dört kez çıkan TEB Oyun dergisinin içindeki  eleştiri ve inceleme yazılarıyla  günümüz tiyatro yaşamına ışık tutan, bu açıdan da  magazin türü dergilerden ayrılan ve çok nitelikli bir dergi olarak yaşamını sürdürmesi.

Kaynakca:

Gülşen Karakadıoğlu ve Filiz Elmas, Eleştirmen Gözüyle Cumhuriyet Dönemi Türk Tiyatrosu Eleştiri Seçkisi, Ankara, Arkadaş yayınları, 2008

Nihal Kuyumcu, Çocuk Tiyatrosu, İstanbul, Mitosboyut 2000

Zehra İpşiroğlu, Alımlama dizisi 1:  Alımlama Boyutları ve Çeşitlemeleri  Yazın, İstanbul, Papirüs Yayınları, 2000

“””””””””””””””Alımlama dizisi 3:  Alımlama Boyutları ve Çeşitlemeleri, Tiyatro, İstanbul, Papirüs Yayınları, 2003

“”””””””””””””Düşünme Korkusu, İstanbul,  Papirüs Yayınları, 2002

“”””””””””””””Eleştirinin Eleştirisi, İstanbul, Mitosboyut,

Fakiye Özsoysal, Oyunlarda Kadınlar, İstanbul, E Yayınları 2008

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.