ZEHRA İPŞİROĞLU HAMİ ÇAĞDAŞ ANISINA

0

Zehra İpşiroğlu

Aslanlar Gibiyim

Seksenli yıllar

Geçen yüzyılın seksenli yıllarından sonra…

Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu

Hami  Çağdaş Cağaloğlu’ndaki ofiste masa başında. Harıl harıl çalışıyor, tam bir  atom karınca…Onu o yıllarda hep üst üste yığılmış kağıtların, kitapların arasında harıl harıl ofiste çalışırken hatırlıyorum. Hami sanki böyle bir ortamın içine doğmuştu. Ofisin dışında bir yaşamı olduğunu gözümün önüne bile getiremiyordum. Elimde Hürriyet Gösteri için yeni hazırladığım bir yazıyla balıklama ofise dalıyorum; bilgisayar daha yaşamımıza girmemiş, ben de bir yazıyı daktiloyla toparlayana kadar  sayfaları  kim bilir kaç kez silip düzelterek ya da yırtıp atıp yeniden yazarak çok uğraşıyorum. Hem de ne uğraşma ama yazının Hami’nin yönettiği sanat dergisi Gösteri’de çıkacağı düşüncesi bile motivasyonumu arttırıyor. Gösteri, sanatın her alanına yer veren özenle hazırlanmış öyle değerli bir dergi ki.

O yıllarda favorim Dostlar Tiyatrosu;  BayPuntila ve Uşağı  Mati, Galile’nin Yaşamı, Sokrates…Provalara gidiyorum, sahne yorumları üzerinde düşünüyorum; Genco Erkal ile konuşup  tartışıyorum; yazılar yazıyor, röportajlar yapıyorum. Oyunlara bir dalmışım ki…Yok ama maço arkadaşım Ferhan Şensoy da var  Anna’nın Yedi Ana Günahı, Şahları da  Vururlar…Brecht’ler, Brecht uyarlamaları, epik tiyatro, uyumsuz tiyatro, deneysel oyunlar da gündemde. Sonraki yıllarda genç tiyatroculardan Kerem Kurtoğlu’nun deneysel çalışmaları Canlanan Mekan, Haritadan Naklen Yayın da unutulamayan oyunlardan…Sahnelemede yeni arayışlar, sahne çözümlemeleri, farklı sahne yorumlarının birbiriyle karşılaştırılması. Tabii Türk Tiyatrosu üzerine yazmak da çok keyifli. Hocalarım Nazım Hikmet, Aziz Nesin,  Haldun Taner, Adalet Ağaoğlu…

Hami beni görünce  çalışmasına bir süre  ara veriyor. Oyunlar üstüne sohbete dalıyoruz. Ben Hami’yi iş başında rahatsız ettiğim için biraz tedirginim. Ama Hami hep güler yüzlü,  neşeli,  sevecen ve kibar. İşi başından aşkın da olsa, yorgun da olsa “Nasılsın?” sorusunu hep “Bomba gibiyim”, “Aslanlar gibiyim” diye yanıtlıyor. Çalışkanlığına ve disiplinine hayranım, çünkü işten, yorgunluktan hiçbir zaman gocunmuyor, tam bir atom karınca…Kimi insan vardır nasılsın sorusuna hep olumsuz bir şeyler söyler, ‘yorgunum, hastayım, tükeniyorum, bittim, bıktım’, işte  o zaman anında oradan kaçmak isterim. Hala öyleyimdir,  enerjinin iyi niyetle ve yaşam sevinci ve coşkusuyla  beraber geldiğini  düşünüyorum ama bunu başaran insanlar  ne yazık ki çok değil.

Hami ile çaylarımızı yudumlayarak sanat dünyasında geziniyoruz. Hoşumuza giden bir oyun, bir film, bir kitap üstüne konuşmak, bir şeyleri paylaşmak öyle güzel ki, insanı çoğaltıyor, zenginleştiriyor. Ama Hami’de beni etkileyen bir şey daha var, kimse hakkında kötü bir şey konuşmuyor, kimseyi karalamıyor, sanat dünyasının dedikodularından hep uzak tutuyor kendini,  her zaman yapıcı, iyimser ve umut dolu…

DOĞAN HIZLAN, HAMİ ÇAĞDAŞ

Gençlerle baş başa

O yıllarda İstanbul Üniversitesi Almanca Bölümü’nde henüz asistanım. Doksanlı yılların başında aynı üniversitede kuracağım Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nden henüz haberim yok. Ama tiyatro delisiyim. Üniversite dönüşü bazen Beyazıt’tan Cağaloğlu’na, Cağaloğlu’ndan Eminönü Meydanı’na, Eminönü’nden Sirkeci’ye, oradan Taksim’e kadar  yürüyorum. Tramvay henüz yok. Yollar da öyle tıkalı ki, bin bir güçle  tıkış tıkış bir otobüs bulsam bile saatlerce itişip kakışan insanların arasında oradan oraya savrulmayı, her ani frende yere yıkılmamak için askılara asılmayı göze alamıyorum. Cağaloğlu’nda küçük bir mola, önce Milliyet Sanat’a, sonra da  Gösteri’ye uğrayarak uzun yürüyüşüme ara veriyorum. Milliyet Sanat’da Zeynep Oral’la laflıyoruz, Gösteri’de de Hami ile sanat sohbetine dalıyoruz…Cağaloğlu şurada burada  ünlü yazarlara, sanatçılara rastladığım, yayınevlerinin, gazetelerin toplandığı tam bir  kültür merkezi. Cağaloğlu yokuşundan aşağıya yürürken kitapçılara  dalmayı da ihmal etmiyorum. Bu semt tam bir kitap cenneti, öyle çok kitapçı var ki! Hoşuma giden bir kitabı keşfetmenin zevki de bambaşka. Az önce Gösteri‘de muhasebeye de uğradım ya keyfime diyecek yok, çünkü ceplerim boş değil. Dilediğim kitabı alacak param var. Ne tuhaf o yıllarda ben Cağaloğlu’nun kitapçılar ve yayınevleriyle dolup taşan renkli kültür yaşamının sonsuza değin süreceğini sanırdım. Cağaoğlu’nun bir gün bütünüyle değişererek asık yüzlü bir iş yeri semtine dönüşeceğini hayal bile edemezdim.

Bir gün Hami üniversiteye öğrencilerimle sanat sohbetine geliyor. Onu üniversiteye davet ettiğime öyle seviniyor ki! Gençleri o da benim gibi çok seviyor ve onlarla sohbete doyamıyor. Sanata meraklı olan öğrencilerim Hürriyet Gösteri dergisini çok iyi biliyorlar, onun için heyecanlılar. Yazı işleri müdürü Hami Çağdaş’a soracakları yığınla soru var. Bir dergi nasıl çıkarılır, tasarım nasıl yapılır, dergi yayınlanana kadar hangi aşamalardan geçer, okuyucuya nasıl ulaşır ? gibi sorular. Kim bilir belki de içlerinden bazıları ilerde Hami’nin yolundan gidecekler. Benim için önemli olan bir şey daha var, o da öğrencilerimin okuma çılgınlığının sadece genç hocalarına özgü olmadığını görmeleri ve bu alanda öğretmenlik ya da öğretim üyeliğinin dışında da ilgili uğraş alanları olduğunu fark etmeleri. İşte Hami Çağdaş heyecan içinde okuduğu bir kitabı anlatıyor. Biliyorum okuma sevgisi bulaşıcıdır. Hami de okuma izlenimlerini öylesine içten anlatıyor ki, paylaşmaya, yüreğindekileri dökmeye öylesinde açık ki bu ister istemez gençleri etkiliyor. Akademik çalışmalarının ötesinde rastgele bir sohbet, laftan lafa atlamak, çağrışımlarla konuşmak, arada bir espri yapmak sadece bana değil öğrencilerime de iyi geliyor.

Kısaca Hami ile ortaklığımız sadece sanat dünyasıyla kısıtlı kalmıyor. Gençler de var.  Hami onlara her zaman çok açık, tepeden bakmıyor, zaman zaman öğüt verse de sevecen bir ağabey gibi, daha çok onları anlamaya çalışıyor; mesafeli sevecenliğinin ardında inanılmaz bir vericilik var. Sanata sevgisi, içtenliği, paylaşımcılığı herkesi etkiliyor.

Gösteri’den Diren Sanat’a

Sonraki yıllarda Gösteri’de zaman zaman  aydınlık yüzlü, pırıl pırıl bakışlı sarışın bir genç dikkatimi çekiyor. Böylece Hami’nin yardımcısı, arkadaşı, yoldaşı, hayat arkadaşı Sabit Doğan’la tanışıyorum. İstanbul’a daha yeni gelmiş olan bu güzel bakışlı genç de sanat ailemizin yeni bireyi olmalı, çünkü bizler gibi  tam bir sanat delisi. Ama onu daha iyi tanımam daha da sonraki yıllara rastlıyor. Sabit sanırım Hami’nin de desteği ile Diren Sanat sanat portalını  kendi başına  kuruyor. Bu, sanatın her alanına yer veren çok değerli bir portal.  Diren Sanat adı  acaba Sabit’in mi yoksa Hami’nin buluşu mu?  Her şekilde bu isim bana daha ilk anda çok çekici geliyor. Sanatın, tiyatronun, edebiyatın, sinemanın toplumun baskılarına karşı direnme gizilgücü ve insanları iyileştirici ve birleştirici yönü gerçekten müthiş. Diren Sanat da adı üstünde Sanat için Sanat ideolojisine karşı bir duruşu dile getiriyor. Ben de arada bir yazarak ya da Sabit’in video çekimi röportajlarına katkıda bulunarak  Diren Sanat ailesine katılıyorum. En son da evlere kapandığımız korona döneminde yine Sabit’le Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama kitabım dolayısıyla yaptığım bir söyleşiden sonra Hami ile zoomdan sohbet ettik. Biraz zayıflamıştı, yorgun görünüyordu ama yine de her zamanki gibi neşeliydi.

Son yıllar

İki binli yıllarda sanat tarihçisi ve müzisyen annem Nazan İpşiroğlu ve Fethiye’nın ileri gelenlerinden Mustafa Şıkman’la birlikte Fethiye Sanat ve KültürGünleri’ni hayata geçirdiğimizde Hami’nin de bize katılmasını çok istedim. Gülsüm Cengiz’den Zeynep Oral’a, Bayram Candan’dan Tijen Savaşkan’a, Selahattin Dilidüzgün’den Nihal Kuyumcu’ya kadar çeşitli yazarların, sanatçıların ve akademisyenlerin buluştuğu ve canla başla gençlerle çalıştığı bu projede yedisinden on yedisine farklı yaş gruplarıyla sanatın her alanında atölye çalışmaları yapılıyor ve bunlar şehrin dört bir yanında sergileniyor, resim ve heykel çalışmaları, duvar resimleri, yaratıcı drama, kısa film atölye çalışmaları, yazarlarla okuma etkinlikleri ve daha nice etkinlikler… Hami gelmeyi çok istiyordu ama hep bir terslik çıkıyordu. Hastalıklar peşini bırakmıyordu ki… Gelebilseydi eminim Fethiye’deki sanat serüvenimiz ona terapi gibi gelecekti. Çünkü gençleri çok seviyordu.

Son yıllarda tiyatro vb. etkinliklerde arada bir karşılaşsak da daha çok yurt dışında olduğumdan onu az görüyordum. Ama İstanbul’a geldiğimde bir iki kez Gezi’de buluşup pasta ve çay eşliğinde laflamışızdır. Sağlık sorunlarının çoğalmasına karşın kuyruğu yine de hep dik tutuyordu. “Nasılsın Hami?” sorusunun tüm içtenliğiyle verdiği tek bir yanıt vardı“Aslanlar gibiyim”. Şimdi de Hami dimdik karşımda duruyor. “Ne zaman geldin İstanbul’a?” diye soruyor tüm içtenliğiyle “Bir yerlerde buluşup sohbet etsek hem bir şeyler de atıştırırız, güzel bir cafe biliyorum, oraya gidelim mi?” Hami ile sohbetlerimizi özlüyorum.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.