TAMER LEVENT HAMİŞ’Lİ YILLAR

0

Yıllarımızı artık böyle anmalıyız. Yitirdiğimiz değerlerimizin isimleriyle ve onların yaşamımıza kattıkları pozitif değerler ile.

TAMER LEVENT

Hamişli yıllar, geriye kültür kelimesinin içeriğine yakışır değerli etkiler yarattı. Umarım bu yüzyılın ve geri kalan bin yılının da böyle olumlu anılacak doğrulukları ve gelişmeleri olur.Tabii onu yaratacak olan insanlar ile …..     

Hami Çağdaş Gösteri Dergisi’ndeydi. Milliyet Sanat ve daha sonra Hürriyet grubunun çıkardığı Gösteri dergisi tiyatro, resim, edebiyat, dans, şiir, sinema alanında haberler alabilmek için, bilgilerimizi güncelleyecek yazılar ve görüşler okuyabilmek için, çıkış tarihlerini sabırsızlıkla beklediğimiz dergilerdi. Milliyet Sanat  sorumluları sevgili Zeynep Oral ve Bülent Berkman dı.

Benim Ankara Devlet  konservatuvarında  öğrenci olduğum yıllarda  Milliyet Sanat’ın Ankara temsilcisi de sevgili Nilgün Tarkan’dı. Ben de  daha öğrencilik yıllarımda  Levent Tarhan ismi ile Milliyet Sanat a bir kaç yazı yazmıştım. Daha sonra okul bitip Ankara Devlet Tiyatrosuna girdiğimde Gösteri dergisi çıkmaya başlamıştı.

Cumhuriyet gazetesinin yazarı Doğan Hızlan, artık Hürriyet grubuna geçmişti ve Gösteri dergisinin de sorumlusuydu.

Ancak, daha sonra farkettim ki ki derginin bütün yükü Hami Çağdaş ın üzerindeydi.

İşte bu en eski esintiden biraz zaman atlaması yapıp daha yeni eskilere geleyim.

Devlet Tiyatrolarında oyuncu olarak mecburi hizmetimi yaparken askerlik gelip çatmıştı.

Ancak, o zamana kadar olan dönem, dünya sanat kelimesinden ne anlıyor, biz ne anlıyoruz onu anlamayı kafama takmaya başladığım yıllardı. Askerliğimi  Tekirdağ’ın Saray kasabasında  16 ay topçu yedek subay olarak yapmıştım.

Bana kendimi tanımamı, geçmişimle yüzleşmemi sağlamıştı sanki bu 16 ay.  köy işkal etmiş tiyatronun beni çok etkileyen o atmosferinden uzaklaşmak olaylara, sıradan gerçekçilik ile bakarken, sıra dışı olan  düşünsel keşifler yapma olanağı vermişti. Üstelik 12 Eylül’de, Saray’ın Güngörmez köyünü işgal etmekle de görevlendirilmiştim. Güngörmez köyünü işgal etmiştim. Bu ismi bahtsız köyü. Kendi yaşam prensiplerim ile karşılaştırsam asla böyle bir şey yapmam derdim oysa! On beş ay kaldık, Köy işgali; köyü tamir etmek, köylünün yaşantısında onlarla birlikte olup sorunlarını çözmeye yardımcı olmak demekti.. Bu işgal macerası, alışılmış işgallere göre komik, insani düşünceler ölçüsünde ise hümanist bir zaman paylaşımı olmuştu.

Terhis olup Ankara’ya döndüğümde, Ankara kapkaranlıktı. Geceleri sokağa çıkma yasağı vardı. Sokaklarda askeri kamyonlar, cipler, eli tüfekli askerler dolaşıyordu. Benim yaşadığım işgalin tam tersi. Ama alışılmış algıya göre doğru olanı !Oysa bu benim doğrum değildi! Benim doğrum iki çarpı iki eşittir dört eder gibi, önce insan idi !

Devlet Tiyatrosunda kadrom mecburi hizmet nedeni ile muhafaza edildiği halde, beni neredeyse bir sezona yakın bir süre tekrar kuruma almamaya çalıştılar. O dönemde Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Çalışanları vakfını (TOBAV) kurduk.Ben de ilk genel başkanı oldum.Daha sonra 32 yıl devam edecek bir sürecin başlangıcıydı bu.Ankara Eğitim Bilimleri fakültesinde de Yaratıcı Drama kursları vermeye başladım.Ankara Sanat Sevenler derneğinin yönetim kuruluna seçildim.Burada da sanat kurumu deneme sahnesini kurduk.

İşte bu dönemlerde artık Gösteri dergisi ile de iletişimiz başlamıştı.Haberlerimiz, duyurularımız, basın açıklamaları, röportajlar….ama Hami ile henüz yüz yüze tanışmamıştık. 

Ama TOBAV olarak  17-19 Haziran 1991 tarihinde Türkiye’de bir ilki, Uluslararası Mersin Tiyatro Kurultayını düzenledik.Google da bu kurultay hakkında ve TOBAV hakkında geniş bilgiye ulaşılabilir. Daha sonra kitabını da çıkardığımız  bu çalıştaya tabii sevgili Hami Çağdaş’ı da davet etmiştik.Bu kurultaya Fransız Kültür Bakanı  Jak Lang’ın Tiyatro danışmanı Denis Arie,British Art Council, Tiyatro bölümü başkanı Paul Barnard ve Almanya’dan Mulheim dan Roberto Cuilli’yi davet etmiştik. Yurt içinden ödenekli ve ödeneksiz tüm tiyatro temsilcilerini.

Bu çalıştay kararlarında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlerinin, yasaya uygun liyakat özellikleri belirlendikten sonra seçim yapılması ve aday olan  ve yasaya uygun liyakat sahibi kişilerin içinden seçimi kazanan kişinin göreve tayin edilmesi genel kurul kararı olarak tüm salon tarafından el kaldırılarak kabul edildi ve bu genel kurul konuşmaları kurultay kitapçığında birebir yer aldı.

Ancak, daha sonra kuruma genel müdür tayini söz konusu olunca, bu genel kurulda bulunup ta el kaldırmış olmasına rağmen, seçim olmadan kendisini genel müdür tayin ettiren bir arkadaşımız bir yıl genel müdürlük yaptıktan sonra,seçim eğilim yoklaması olarak yapıldı ve ben de aday oldum.Seçimi kazanarak genel müdür olmamdan sonra benimle ilk röportajı Hami yapmıştı.Hem de bunun için, İstanbul’dan kalkıp Ankara’ya gelmişti.

O gün Hami ile gün boyu konuşmuştuk. Önce Genel Müdür odasında başlayan sohbete, bazı tiyatro salonlarını gezerek, prova da olan oyunları ziyaret ederek, sonra yemeğe giderek sürekli tiyatro ve estetik felsefe konuşmuştuk.

Ben, estetik konusunda Brecht’in düşüncelerinden bahsettiğimde hemen Hami de benim sözünü ettiğim görüşün devamını getiriyordu.Brecht’in “estetiğe gerek varmıydı” sözünü ve makalesini de onunla değerlendirip, Brecht’e göre estetik ile anlatılan bütün felsefenin aslında “sanat” kelimesi ile ifade edilebileceği ni söylemek istediği konusunda onunla anlaşmıştık.

Hamiş’li yıllar böyle yıllardı.Çünkü o tiyatro  adı ile anılan alanların drama, dramaturgi, oyun yazarlığı, oyun yönetmenliği, oyunculuk, dekor, kostüm, tiyatronun gerekliliği konularında fikir alışverişi yapılan, sonra paylaşılmasında yararlı olan görüşlere dergide yer veren, bir de oyunculuk meslek tanımının hala yapılmadığı bir ülkede belirsizlikleri ortadan kaldırma konusunda düşünce alışverişi yapabildiğimiz bir yansıtıcı idi.Üstelik, bizim bildiklerimize hiç de yabancı olmadan, hatta bizi yadırgamadan. Çünkü bu yıllar öyle yıllardı ki, oyuncuya “sanatçı” diyerek onun meslek tanımının yapılamaz bir hale getirildiği yıllardı. Fikri Mülkiyet Hakkı diye bir hakkın ne ifade ettiği bilinmiyordu.Bu konulardan söz ederek anlaşılmazılığı anlaşılır hale çevirmeyi  istemek ise  suçtu.En makul taleplerde bulunmak ve dünya örneklerinden fikir almayı ifade etmek “ayrık otu” olmak anlamına geliyordu.

Bu şartlarda, bu bilinmezlik ,bu tanımsızlık, bu subjektiflik, bu bilgisizlik, bu gizem halleri, sanat olarak kabul ediliyor ve sanat kavramının evrensel tanımları hakkında görüş belirttiğinizde, birileri sanki onların makamlarında gözünüz varmış gibi, sizin linç edilmenizi bile büyük bir heves ile ister hale gelebiliyordu.Oysa esas olan bu dağınıklık bu başıbozukluk hallerinin sanat olmadığını, sanat kavramının felsefesi hangi iş olursa olsun onu özen ile yapmak ise, bunun da sistem, hukuk ve tanımları olmalıydı.Oysa tanımlar, o dönem kişilerini rahatsız ediyordu.

Onlar ilahi bir  yetenek ile her şeyi bildiklerini varsayıyor, ama yaratıcı ve icracı olarak çalıştıkları alanlar ile ilgili yayınları takip etmiyor ve tanımıyorlardı.O zaman da, alanın kültürü ile gelişmeler gerçekleşemiyor, aksine engelleniyordu.

İşte bu koşullarda iletişim kurup, anlaşabilmek ve burada amacın tüm toplumu kapsayacak gelişmeleri ülkemize de taşımak düşüncesini paylaşabilmek bir lüks idi. Sevgili Hami işte bu lüksü yaşayabildiğimiz, varlığı ile yaşama artı değer katmış bir rol modeldi.

Kültür bellek demektir. Ancak, yaşamın gelişmeleri ile gelişir güncellenir. Ama kökünde ne olduğunu bütün insanlık bilmelidir. Bu bilinmesi gereken şey ise, dünyadaki bütün insanların benzer olduğudur. Farklı dil, din, ırklara rağmen, özde aynı olan gelişme ve mutlu yaşama beklentisidir.Bu beklentilerin engellenmesi yaşamın gidişatını bozar, rotalar şaşar, yollar karışır, beyin algoritmaları işlemez.

Çağımızı bütün farklılıkların insandan kaynaklandığı bilinci ile algılanması ve anlaşılması çağıdır.

Bu anlayış, yeniden kurulacak insanlık yaşamının inşasında sanat kavramının içeriğinden hareket edecektir.

Bu anlamda Bertold Brecht’in “Sanatların en yücesi yaşama sanatıdır.” cümlesini ilk keşfettiğim zamanlar,  Hamiş’in onu benden önce keşfettiğini söylemişti….

 Diren Sanat bünyesinde Sabit ile yaptığımız röportajlarda, ödül törenlerinde, konferanslarda Hamiş hep vardı.Bu takip, aslında zamanın içinde gelişen düşüncelerin de karşılıklı takibi ve analizi oluyordu.

Hamişli yıllar, geriye kültür kelimesinin içeriğine yakışır değerli etkiler yarattı. Umarım bu yüzyılın ve geri kalan bin yılının da böyle olumlu anılacak doğrulukları ve gelişmeleri olur.Tabii onu yaratacak olan insanlar ile …..     

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.