Ahlat Ağacı filmi Kış Uykusu’nun ardından, dört yıl aradan sonra gelen, Cannes’da on beş dakika ayakta alkışlanan ve üzerine söylenecek çok şey olan bir Nuri Bilge Ceylan filmi. Film adeta roman tadında; insanı içine çekiyor, bırakmıyor, büyülü bir gerçeklik yaşatıyor adeta izleyicide.

 

Mehmet Aytemiz

Sinan’ın aile arası ilişkisini özellikle de babası ile olan ilişkisini ele aldığımızda Freud’un “Oedipus Kompleksi”ne kadar uzanabiliriz. Hatta sadece burada kalmaz, Kafka’dan Dostoyevski’ye, Turgenyev’e, Çehov’a kadar dahi uzanabiliriz. Bu uzantıya destek ise Nuri Bilge Ceylan’ın daha önceki filmleri ve Rus edebiyatına özellikle de Çehov’a olan düşkünlüğünü referans alabiliriz.

Baba ve oğul arasındaki bu mücadele, çekişme bireyin kendi varoluşunu gerçekleştirmesi açısından ayrı bir öneme sahiptir. Film boyunca hep kendi varoluşunu gerçekleştirmek, kendini var etmek isteyen Sinan ile beraber aslında babası İdris’i de görürüz. İdris’in bahçede babasına ve taşra ahalisine inat su olduğuna inanması ve araması aslında kendini ispat etmek ve kendi varoluşunu gerçekleştirmek içindir. İdris de sonunda vazgeçmiş ve kaybetmiştir. Onun yerini ise Sinan devralmıştır.

Sinan’ı sadece ailesi ile olan ilişkileriyle değerlendirmek eksik olacaktır. Sinan, kendi taşrasından çıkan yazar Süleyman ile olan diyaloğu ve onu alt etme çabası da kendi varoluşunu bir başkası üzerinden, hayali, olmayan rekabetten doğan bir rakip üzerinden gerçekleştirme arzusudur. Sinan ile yazar Süleyman arasında geçen konuşmalar özellikle Dostoyevski’nin “Ezilenler” (Ezilmişler ve Aşağılanmışlar, olarak çevrilen de var) romanını anımsatmıyor değil. Ahlat Ağacı’nda olduğu gibi Ezilenler romanında da bu tür bir sanat ve edebiyat üzerine konuşmalar yer alıyordu. Ayrıca bu diyaloglar Nuri Bilge Ceylan sinemasının önemli bir yanıdır da. Buna benzer diyalog sahnelerini Kış Uykusu, Kasaba, Uzak gibi filmlerinde de görürüz.

Nuri Bilge Ceylan’ın aile olarak yakaladığı önemli bir nokta da Sinan’ın ailesinin klasik bir Türk ailesi olması. Bugün kendi aile yapımıza dönüp baktığımızda Sinan’ın ailesiyle, dedeleriyle benzer birçok yön bulabiliriz. Sinan’ın dedesinin televizyonda izlediği başbakanın konuşması dahi bu ince detayı gösteren önemli bir ayrıntıdır.

 

Filmde Nuri Bilge Ceylan’ın eski filmi olan Uzak filmine dönüş yaptığı bir sahneyi de vurgulamak gerekir. Uzak filminde kaybolan köstekli saat ve ardından gelen hırsızlık şüphesi duygusu Ahlat Ağacı filminde de tekrar edilmiş. Bu ayrıntıyı yönetmenin ilk filmlerinden olan Uzak filmini izleyenler kolaylık fark etmiştir sanırım.

 

 

Ahlat Ağacı filminde değinilmesi gereken birkaç önemli nokta da metaforlardır. “Kuyu ve yasak elma” metaforu göze çarpan önemli bir imgelemdir. Kuyu metaforu, İdris’in ve Sinan’ın kendi özünü, kendi iç dünyası, inancıdır. Sinan ve İdris o kuyuda suyu bulacaklarına ve kendilerini ispat edeceklerine inanmaktadırlar. Kuyu onların var olan dünyası ve gelecekleridir. O kuyudan çıkacak olan su onların varoluşunun ispatı olacaktır. Filmin sonunda kuyuda sallanan Sinan’ın bedeni de artık onun da kendini ve geleceğini o kuyuya, suyu bulmaya bağladığını gösterir. İdris’in yıllarca vazgeçemediği su bulma inancını, eleştiren, küçümseyen Sinan devralmıştır artık. Bu yabani armudun yani ahlat ağacının meyvesinin dibine düşmesi olarak da yorumlanabilir.

 

Bir diğer dikkat edilmesi gereken metafor ise yasak elma metaforudur. Hz. Adem’in inançlı bir insan olduğu aşikardır. Filmde yasak elmayı yiyenin cami imamı olması da inanç bağlamında onun paralelidir. Toplum nezdinde önemli bir yönü olan imamın, hakkı olmayan bir elmayı yemesi aslında onun da bir günahkâr olabileceğine işarettir. İnsan özünde günah işleyebilen, nefis gibi emareler barındırır ve imam da olsa kimse bundan yoksun değildir. İmam, ikinci imam ve Sinan arasında geçen diyaloglar da onların aslında iç dünyalarının ve dine bakışının yansımalarıdır.

Ahlat Ağacı filminin ve Nuri Bilge Ceylan sinemasının değinilmeden geçilmeyecek bir yönü ise izleyiciyi içine çeken görüntü dünyasıdır.

Nuri Bilge Ceylan sinemasında insan ve tabiat bir bütündür, ayrılmaz bir parçadır. İkisi birbirini tamamlayan yapboz parçaları gibidir adeta. Önceki filmlerine de bakarsak Kış Uykusu, Bir Zamanlar Anadolu’da, İklimler, Uzak, Kasaba filmlerinde insanın doğa ile nasıl özümsendiğini anlayabiliriz. İçinde yaşadığımız coğrafya bize sadece bitki örtüsü sunmak ile kalmıyor, aynı zamanda bir insan tipolojisi de sunuyor. Ahlat Ağacı filminde olduğu gibi Nuri Bilge Ceylan’ın diğer filmlerinde de bu fark edilir bir gerçektir.

Son olarak ise değinmek istediğim nokta başrolde oynayan Aydın Doğu Demirkol’dur. Aklıma şu soru geldi, rahmetli Mehmet Emin Toprak hayatta olsaydı eğer, Nuri Bilge Ceylan yine Aydın Doğu Demirkol’u oynatır mıydı? Film boyunca gözlerimin önünde Mehmet Emin Toprak ve yönetmenin filmlerinde oynadığı roller canlandı. Nuri Bilge Ceylan sanki onu düşünüp de başrolü yazmış gibiydi. Mehmet Emin Toprak yaşasaydı eğer bu rol onun için biçilmiş pembe kaftandı belki de.

Mehmet Aytemiz

www.dirensanat.com

 

 

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.