Bir başka kanar derine gömülmüş yaralar; ‘BEYAZ ‘

0

Ezop Sahne yapımı, Emmanuelle Marie’nin yazdığı ‘Beyaz’, Özen Yula’nın duygusal rejisi, Derya Alabora ve Deniz Çakır’ın güçlü oyunculukları ile övgüyü hak eden bir oyun.

 

Rengin Uz
info@dirensanat.com

Siz hiç içiniz katılarak, boğazınız düğümlenerek, hıçkırıklarınızı bastırarak, annenizi çok özleyerek bir oyun seyrettiniz mi? Ben seyrettim; Emmanuelle Marie’nin yazdığı Özen Yula’nın sahneye koyduğu, ‘Beyaz’ beni çok sarsan bir oyun oldu. Fransız dramaturg, oyuncu ve romancı Emmanuelle Marie, kısacık ömrünün (1965- 2007) 39. yaşına denk gelen, Zeynep Utku’nun dilimize çevirdiği ‘Beyaz’ oyununda, ölüm döşeğindeki annelerinin başında beklerken, derine gömülmüş yaraları birlikte kanatan iki kız kardeşin hesaplaşmasını anlatıyor. Benzer hikayeleri daha önce de seyretmiş olabilirsiniz. Hani, biri gitmiş biri kalmış, biri dilediği gibi yaşamış diğeri annenin veya babanın sorumluluğunu üstlenmiş farklı biçimlerde mutsuz olmuş, ortak geçmişlerine rağmen birbirlerine yabancı kalmış kardeş hikayeleri. Aklıma hemen Athol Fugard’ın ‘Merhaba Hoşçakal’ oyunu geliyor. Beyaz’ın ise, bu hikayeler arasında özel bir yeri oldu benim için.

Beyaz oyununun, her biri bir yana savrulmuş kadınlarının yıllar sonra bir araya gelmelerinin nedeni, içerde hasta yatan anneleri. Babalarının yıllar önce terk ettiği, belki de son günlerini yaşamakta olan anneleri… Abla, hayallerinin peşinden giderek, hayatını oyunculukla, reklam filmleriyle kazanırken, diğeri kalmış, evlenip çocuk sahibi olmuş ve annenin bakımını üstlenmiş. Biri, maceradan maceraya koşarken, diğeri duygularını hep bastırmış. İçinde fırtınalar koparken, ‘sonuna kadar sevmeliyim’ diyerek mutsuz evliliğini sürdürmüş. Şimdi ise, abla, burada kalırsam ve çalışamazsam ev kirasını nasıl öderim, diye hayıflanırken, kardeşi ‘Burası benim evim, sen hiçbir şeyden sorumlu değilsin’ diyerek bu kez de annesini yaşatmak için kolları sıvamış. Yaşamla ölüm arasındaki bu ince çizgide, havuçlar itina ile soyunup doğranırken, çikolatalı tatlılar yapılırken, günlük hayat bir şekilde akıp giderken, onlar sürekli konuşurlar. Birbirlerini kanatırcasına… Mutfağın hemen yanındaki odada yatan annelerine yemek götürür, onu şefkatle besler, çarşaflarını değiştirir ve yeniden kaldıkları yerden devam ederler… Aynı evde büyümüş, aynı mutsuzlukları yaşamış, acının buluşturduğu bu iki kız kardeş, anneleri, canları ellerinden kayıp giderken, yeniden bir bağ kurabilecekler midir? Anne ölmeden yetişen babalarını affedebilecekler midir? Şu ölümlü dünyada aslında neyin önemi vardır ki…

     Özen Yula’yı yazar olarak, yıllar önce Şehir Tiyatroları’nda seyredip bayıldığım, tarihte masalsı bir yolculuğu anlatan ‘Gayrı Resmi Hürrem’ oyunuyla tanıdım. Sonra da hemen hiçbir oyununu kaçırmadım. Onun lirik, özgün dilini, insan ruhunun derinliklerinde kalem oynatmasını hep sevdim. Birkaç yıl önce Bo Sahne’de izlediğim aynı zamanda yönetmeni de olduğu ‘ Bakarsın Bulutlar Gider’ oyununda ise, Türkiye gerçeklerinden yola çıkarak bir ilke imza atmasını, kadını ve erkeği farklı bir pencereden incelemesini yürekten alkışladım.

 

İyi bir oyun yazarı ve gözlemci olduğunu düşündüğüm Özen Yula, Beyaz’ın rejisini üstlenmiş. Oyundaki kadınların ruhunu yakalayan duygusal rejisini çok beğendim. Beni sessiz ve derinden yakaladı. Beyaz renk, rejinin her yerine sinmiş. Beyaz, nasıl bütün renkleri birleştiren, hınçtan, kinden arınma, temiz bir sayfaysa, yönetmen de yazarın kelimelerinin izinde kendi ‘Beyaz’ dünyasını yaratmış. Annenin yataktaki hasta görüntüsünün, günlük yaşamın sürdüğü mutfak dolabının bir bölümüne ve odanın kapısına yansıması, seyirciye sürekli yaşamın ne denli pamuk ipliğine bağlı olduğunu hazırlatıyor (Bana neler hatırlattı neler…). Tomris Kuzu’nun tasarladığı o bembeyaz mutfak, kardeşlerin bütün duygu geçişlerine tanıklık ediyor. Mutfak masası, onların hesaplaşmasının bir parçası oluyor.

Özen Yula, bu zor oyun için iki iyi oyuncu seçmiş. Deniz Çakır, kendi dünyasına, mutsuz evliliğine sıkışıp kalmış küçük kardeş rolünde. İçinde biriktirdiklerini, dile getiremediği isyanlarını bile küçük oyunlar ve dokunuşlarla seyirciye aktarmayı başarıyor. Oyunu, prömiyerde izlemiş olmama rağmen (mutlaka oyun ve oyunculuklar giderek daha da oturacaktır) sade ve samimi oyunculuğundan etkilendim. Derya Alabora, hem sinemada, hem tiyatroda ayağı yere sağlam basan oyunculardan. Kişiliği ve duruşuyla, her zaman rolüne artı değer katanlardan. Tadını çıkartarak oynadığı hissediliyor. Oyuna, hasta anne görüntüsüyle destek veren Suna Selen’i selamda alkışlarken, ne kadar iyi bir oyuncu ve zarif bir kadın olduğunu düşünüyorum.

Ve müzik Çiğdem Erken…’Acı Döner Sızıya…’ diyen Çiğdem Erken… O sızı hiç bitmiyor ki! BEYAZ oyununu, içim KARA’ rarak seyrettim ama iyi ki seyrettim…

Rengin Uz

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.