O/ Hakkâri’de Bir Mevsim’i Sahneye Taşıyanlarla Konuştuk

0

O/ Hakkâri’de Bir Mevsim’i sahneye taşıyanlarla konuştuk

Röportaj: Sabit Doğan
Röportaj: Sabit Doğan

Sahnelerimize roman uyarlamalarıyla merhaba diyen ‘Sarı Sandalye’ İstanbul Tiyatro Festivali’ne hazırladığı Ferit Edgü’nün romanından uyarladıkları ‘‘O / Hakkâri’de Bir Mevsim’ ile tiyatro sezonuna başladı. Oyun sonrası tüm ekiple bir söyleşi yaptık, hem oyunun ortaya çıkış serüvenini hem de çalışma süreçlerini konuştuk. Söyleşimize oyunu sahneye uyarlayan yönetmenler Çağdaş Ekin Şişman ve Yiğit Tuna, dramaturg Erhan Çene, oyunculardan Kutay Sandıkçı, Ozan Çelik katıldı.

 

Tiyatroseverler ‘Sarı Sandalye’yi edebiyat uyarlamalarıyla tanıdı. ‘O / Hakkâri’de Bir Mevsim’i sahneye taşıma fikri nasıl ortaya çıktı?

Yiğit Tuna: Sarı Sandalye olarak okuma atölyeleriyle işe başlamıştık. 2015’in başında bir takım metinleri çevirip onlarla başladık. Her hafta bir metni seçip okuyor, sonra da bu metinler üzerine konuşuyorduk. Hakkâri’de Bir Mevsim de onlardan birisiydi. Hâlihazırda aşina olduğumuz bu romana alıcı gözle bakınca ‘neden olmasın’ deyiverdik. Çağdaş Ekin Şişman’a sahneye uyarlamayı birlikte yapmayı teklif ettim. Fikir çok kez kafamızda evrildi çevrildi. Uyarlama sürecimiz dört ay sürdü. Dramaturgumuz Erhan Çene’yi de yanımıza alarak üçümüz birlikte haftada birkaç kez toplanıp konuştuk. Kutay Sandıkçı da bir süre sonra aramıza katıldı.

 

Kutay Sandıkçı, önceden yok muydu?

Yiğit Tuna: Hayır, yoktu. Uyarlama sürecine başladığımızda Ziya Demirel bahsetti Kutay’dan, böylece kısa süre içinde dört kişilik bir dramaturji ekibi oluverdik. Tabii ki romanı birçok kez gözden geçirdik, filmi izledik, Ferit Edgü ile ilgili yazılanları, onun Hakkâri ile ilgili yazdığı diğer metinleri okuduk. Filme oranla romana daha çok bağlı kalmak istedik, çünkü romandaki dil çok yalın, çok duru. Yalınlığının yanında yazılı edebiyatın sunabileceği her şeyden, bütün biçimlerden yararlanıyor. Biz de buna benzer bir yapıyı sahnede oluşturmak istedik.

 

Şiirsellik güzeldi ve mesela; öğretmenin o toplumdaki yabancılığını ve dilsizliğini daha iyi vermişsiniz. Filmde o yabancılık ve dilsizlik daha geri plandaydı. Genco Erkal’ın oyunculuğu çok öne çıkmıştı. Romanın da önemi o yabancılık ve dilsizlik… Özellikle de o yıllarda bunu dile getirebilmek…

Yiğit Tuna: Filmde çok daha gerçekçi bir ele alış vardı. Metne bağlı kalmayı ve bunu biçimsel yanı ağır basan şekilde sahneye taşımayı seçince de hem şiirsellik hem de yabancılık bu versiyonda daha baskın öğeler haline geldi.

 

Bu yabancılık daha çok önemli. Kitabın yazıldığı yıllarda böyle bir dil sorunu tartışılmıyordu. Yabancı olmak  değil, dilsiz, dil uyuşmazlığı son bir kaç yıldır tartışılan bir şey.

Yiğit Tuna: Bizim göstermeye çalıştığımız da oydu. Öğretmen ile insanların anlaşamamasının nedeni sadece konuştukları dil değil. Dilleri yok yani bir dilsizlik var ortada, sadece Kürtçe-Türkçe meselesi değil.

 

Yaşanan dramı çok derinden hissettim. Öyle şeylerle gerçekten karşılaşıyoruz. Sizin bu sahne için gerçek hayattan esinlendiğiniz oldu mu yoksa sadece kitaptan mı yola çıktınız?

Yiğit Tuna: Aramızda bunu da konuştuk, oyunda Kürtçe konuşulmalı mı, orayla ilgili başka gözlemlere ihtiyacımız var mı, diye ama bir yerden sonra İstanbul’da, Kadıköy’de oturmuş üç arkadaş olduğumuzu düşündüğümüzde, tamamen romanın yarattığı dünya üzerinden gitmek istedik.

 

Bir kere izleyiciyi şaşırtıyorsunuz çünkü Hakkâri deyince insanların aklına dil konusu geliyor, klasik bir takım şeyler oluşuyor. Ama oyun başladıktan bir süre sonra bambaşka şeyler aklımıza geliyor. Onların sorunlarını, ekonomik, maddi-manevi değerleri, o çocukların sorunları, eğitim sorunu. İşte o portakal sahnesinde yaşanan, halkın her şey için ‘okumuş’ öğretmenden yardım istemesi gibi. Ben doğuda öğretmen iken bana da geliyorlardı “ineğim ölüyor, ilaç var mı, ne yapalım” diye. Bu tür şeyler de gerçek hayatta var. Oradaki öğretmenlerin başına geliyor. Öğretmen hem yabancı ve bu illa Kürtçe-Türkçe açısından değil, iletişim kuramıyorsun. Dışardasın herkesin öğretmenden ümitleri var,  yalnızsın. Ayrıca o yalnızlığın yansıtılması da güzeldi, tek başınalık, kendi kendine konuşma, iç sesler… Oradaki öğretmenler için zaman yok gibiydi, yani gidip gelebilecek yer yok, harcayacak zaman yok. Gece mi, gündüz mü onun bile farkına varamayabilirsiniz. Gerçekten öyle, gece gündüze karışmış ve o çok iyi yansıtılmış.

Yiğit Tuna: Teşekkür ederiz

 

O zamanın belirsizliğini nasıl yakaladınız?

Yiğit Tuna: Olay 1960’larda yaşanıyor, eser 1977’de yazılıyor ve 2016’da oynanıyor. Olay bir mevsim süresinde yaşanıyor.

sarısandalye
Yiğit Tuna-Çağdaş Ekin Şişman

     Aslında Ferit Edgü askere gidiyor. Altmışlı yıllarda üniversite mezunları yedek subay olup askere giderdi. Asıl yazılması gereken de o dönemde öldürülen yedek subaylardır. O  zaman çok insan öldürüldü. O zaman ağalar, eşkıyalar, çeteler hep yedek subay öğretmenleri öldürülmüştür. Yedek subay Edgü kış aylarında yani bir eğitim dönemi orada öğretmenlik yapıyor. Bu onun anıları, anılarını roman yapıyor, romanlaştırıyor.

Çağdaş Ekin Şişman: Aslında burada belirleyici zaman veya zaman geçişleri değil, duygu geçişleri ön planda olan. Duyguyu ve düşünceyi ifade etmekteki, yansıtmadaki ve kurmaktaki ayrımı dramaturgumuz Erhan Çene ile beraber çok çalıştık. Romanda iki bölüm var, bu iki bölüm yapı olarak da birbirinden farklı. İkinci bölümde kısa epizodlar halinde dinamik bir ilerleyiş ve Süryani kitapçının seçtiği kitaplarla kurulan bağ söz konusu. Biz bu kurguda bir takım değişiklikler yaptık sahneye uyarlayabilmek için; küçük dokunuşlar ve küçük yer değişiklikleri. Romanw ın ikinci bölümündeki yazım farkı da bizi bu noktaya çekti. Biraz önce bahsettiğinize gelecek olursak da bellek kavramı en fazla üstünde durduğumuz noktaydı. Üzerinde çalıştığımız sahneleme, romanın diliyle yoğurduğumuz uyarlama metnimiz unuttuğumuz, unutturulan, bize gösterilmeyen geçmiş ile ilgili. Bir şekilde bizim amacımız bunu göstermek. Kör göze parmak şeklinde değil ama bir seyircinin dahi  bunu anlaması hissetmesi bizim için yeterli.

 

Mesele; her şeyin bütün ayrıntılarıyla gösterilmesine lüzum yok. Okuyucu, bir resme bakan, fotoğrafa bakan, tiyatro, sinema seyreden için de geçerli: Bir şeyleri yakalaması, görmesi lazım.

Yiğit Tuna: Seyirci de bir gayret göstermeli. Nasıl kitap okurundan da bir şeyler bekliyoruz, resme bakandan da bir şeyler bekliyoruz, biraz da bakan seyirci de görsün. Yoksa herkes Leonardo gibi olurdu, mesele biterdi.

 

Sizce bu oyunda bakan da görüyor mu, yani izleyicileriniz beklentinizi karşılıyor mu, buna dönüşü nasıl?

Yiğit Tuna: Galatasaray Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nda katıldığımız oyunculuk atölyelerinin yanında, Can Utku bize teorik dersler veriyordu. Bir keresinde “Oyun, yazılana kadar yazarın; sonrasında yönetmek isteyen, daha fazla düşünmek isteyenin; sahneye çıktıktan sonra oyuncunun; oyun bittikten sonra da seyircinindir” demişti. Seyirci bunun üzerine ne kadar fazla düşünüyor, kafa yoruyor, asıl önemli olan bu. Tabi, bunu pek bilemiyoruz. Yapılan geri dönüşler genel anlamda metnin uyarlanması sırasında kullandığımız yöntemler ile ilgili oldu, şu ana kadar da oldukça güzel geri dönüşler aldık. Öte yandan, seyirci süreci bilmiyorsa, mesela bir lise öğrencisi geldiğinde 1960’larda Güneydoğu’daki olayları bilmiyorsa…

 

Günümüzde de  aynı şeyler yaşanıyor. Belki ilaç doktor durumu biraz daha iyi, ama valiler aynı; valiler, bakanlar aynı konuşmaları yapıyor. Mektuplar izlenmiyor ama mailler izleniyor, telefonlar dinleniyor. İsim ve teknoloji değişti. Belki şimdi çocuklar portakal diye ölmüyor. Böyle bir öykü Fikret Otyam’ın ‘Gide Gide’ başlıklı gezi yazılarında da. Sanırım Posof’taki hasta bir çocuk “portakal” diye sayıklayarak ölür.  Çocuk portakal diye sayıklar, annesi de bir türlü bir portakal bulamaz. Süryani kitapçının yaşadıkları yaşanmadı mı , yaşanmıyor mu? Peki oyunları seçerken  önceliğiniz nedir?

Yiğit Tuna: Sarı Sandalye özünde edebiyata meraklı bir topluluk.  Bugüne kadar edebiyat uyarlamaları yaptık, ama yeni projemizde doğrudan bir oyun metnini sahneleyeceğiz. Aslolan metnin içimizde bıraktığı his… Bizim en fazla haz duyduğumuz metinle ilerlediğimizi söyleyebiliriz. Oyunlardan söz edilir, tartışılır ve o seneki fiziksel şartlara göre yola çıkılır. Kuruluştan bu yana, kumpanya olmaktansa proje bazlı ilerleyen, her projede yeni insanlarla tanışarak çoğalan bir yapı kurmaya uğraşıyoruz. Zira “en güzel sesin farklı sesleri harmanlayarak çıkacağını” düşünüyoruz. Bu yüzden her projede yeni arkadaşlarla tanışmaya ve onları projelere dâhil etmeye çalışıyoruz; sadece oyuncu değil, teknik ekip, müzik, dramatürji, kostüm… hepsi buna dahil.

O/sarı-sandalye-4

Nasıl çalışıyorsunuz, yöntemleriniz, prensipleriniz, izlediğiniz yol haritası nedir?

Yiğit Tuna: ‘O/ Hakkâri’de Bir Mevsim’ bir festival oyunu olduğu için, başladığımızda önümüzde bir sene vardı ve 2015 Mayıs’ta başladık, 2016 Mayıs’ta çıktı oyun. Dramatürjisi bir ay, uyarlaması dört ay; oyuncu kadro seçimi bir buçuk ay sürdü. Bir ay kadar ara verdikten sonra oldukça yoğun beden ve güven egzersizleri ile işe başladık. Daha sonra ise metni, müzikleri, dekoru, kostümü içine katarak ilerledik.

Çağdaş Ekin Şişman: İlk oyunumuzda süreç kendiliğinden gelişti biraz. Uyarlama süreci çok yoğun, yorucu ve ilginç olmuştu. İlk defa uyarlama yapıyorduk, hepimiz deniyorduk. O süreçten sonra bize artık her şey uyarlanabilirmiş gücü veriyordu. Her şey tiyatroya uyarlanabilir, diye düşünmeye başladık sanırım ve artık okuduğumuz her romana, öyküye o gözle bakmaya başladık. Bir roman daha, bir roman daha… Roman yaparız, öykü yaparız ama şiir olmaz, tiyatro metni olmaz gibi bir bakış açımız yok. Aslında her seferinde her yaptığımız işe farklı bir şeyler katarak sahneye koyma arzumuz var sanırım. Hem metin hem reji olarak.

Yiğit Tuna: Asıl amaç tüm projeler için buydu; ama yönetmenin veya uyarlayanın uyarlama/ilerleme süreçleri çok farklı. Biz, mesela, daha metni oluştururken evde taklalar atmaya başlamış, birbirimiz üzerinden koreografinin ilk adımlarını oluşturmaya çalışmıştık.

 

Ferit Edgü oyunu izledi mi, nasıl bir tepkisi oldu?

Çağdaş Ekin Şişman: Ferit Edgü henüz gelmedi ama asistanı Tiyatro Festivali’ndeki prömiyerimize geldi ve tepkisi muhteşem oldu, biz de çok sevindik.

 

Erhan Çene, siz oyunun dramaturgu olarak, süreç ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?

Erhan Çene:  Roman üzerine çalışırken ana dramaturji eksenini ‘bellek’ kavramı üzerine kurmaya karar verdik. Yaptığımız okumalar neticesinde, ‘bellek’ kavramının çok merkezli, her an değişebilen yapısına uygun olarak, sahnelemenin tamamında etkin şekilde kullanabileceğimiz bir malzeme arayışına girdik. Bu noktada bize yardımcı olan yine roman oldu. Anlatıcının eski bir denizci olması, bizi sahnelemede ‘halat’ kullanma fikrine götürdü. Çalışmalara başladığımızda, halatın yalnızca denizi değil başka birçok kavramı çağrıştırdığını da gördük. Hem biz halatları kendi dramaturjimiz doğrultusunda kullandık hem de halatlar bize daha önce düşünmediğimiz başka başka kapılar açtı.

 

Sarı Sandalye oyuncuları nasıl çalışıyor, Sarı Sandalye ile çalışmak nasıl bir şey?

Kutay Sandıkçı: Gerçekten çok iyiydi. Kendi adıma ilk sıraya koyabileceğim şey disiplin. Bayağı disiplinli çalışıldı. Saat sekizde prova başlıyordu sekizi iki geçmedi hiç bir zaman. Onun dışında oyun fazla koreografi barındırdığı için santim santim çalışılması gerekiyordu. Matematiğin dışında kalan kısımları da hep birlikte şekillendirmeye çalıştık.

sarı-sandalye-3 

Prova süreci diğer oyunlara göre daha mı zorluydu?

Ozan Çelik: Evet, çoook. Haftanın üç günü bazen ise beş günü dört ay süren prova. Çok bunalmıştım hiç daha önce böyle bir çalışmaya girmemiştim.

 

Ortaya güzel bir sonuç çıkmış. Öte yandan, kendinize özgü bir alan açtınız. Tarz, yöntem, şekil, anlatım tarzı farklı bir alan.

Şaka bir tarafa, çok zorlandığım zamanlar oldu, daha önce böyle bir çalışma deneyiminde bulunmadım, hazır da değildim herhalde, ama o kadar uzun çalışmamıza değen bir oyun ortaya çıktı. Türkiye’de böyle bir anlatım biçimine rastgelmeyeceğimiz, üstelik bir uyarlamadan çıkmış bir projenin böyle güzel meyveleri oldu. Üstelik biçim uğruna özü de yok olmadı. Metin beni tatmin etti, beni iyi bir iş çıkacağına inandırdı. Çıktıktan sonra da iyi bir işin parçasıydım. Baştan sona motivasyonu sağlayan da o: İyi bir işin parçası olmak. Çünkü kendini hissettiriyor. Çalıştığın insan, metnin anlattığı belli ediyor kendini, provalara başlayınca da belli ediyor, gösterimler başlayınca da…

Ekibin birlikte hareket etmesi de önemli Aynı provada aynı enerjiyi sarfedeceksin enerji harcanacak ama ekip uyumlu olmayınca  iyi bir sonuç çıkmayabilir yani böyle bir durum oluşabilir.

Röportaj: Sabit Doğan

www.dirensanat.com

O/sarı-sandalyeOyun programı

13 Şubat Pazartesi – ikincikat

19 Şubat Pazar- ikincikat

27 Şubat Pazartesi – ikincikat

08 Mart Çarşamba – ikincikat

15 Mart Çarşamba – ikincikat

22 Mart Çarşamba – ikincikat

29 Mart Çarşamba – ikincikat

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.