Son yıllarda tiyatrolarda ‘Müzik: Orhan Enes Kuzu’ ismini sık sık duyuyoruz. Kuzu geçen yıl da Afife Tiyatro Ödülleri’nde ‘En İyi Tiyatro Müziği’ dalında ödüle değer bulundu. Orhan Enes Kuzu kendisi de bir müzisyen olan Umut Sefa Yıldız ile yaptığı söyleşide müzik geçmişini, müzikleri üretim sürecini anlatırken tiyatroda müziğin yeri, ödüller hakkında da görüşlerini anlattı.

 

Tiyatro müziklerinin bilinirliği ülkemizde ne düzeyde?

SEFA RESİM
UMUT SEFA YILDIZ

Git gide ilgi artıyor. Bu biraz da tiyatro seyircisinin konuya nasıl baktığıyla ilgili bir durum. Son beş altı yıldır bu değişti, çünkü sosyal medya yaygınlaştı ve tiyatro müziğinin bilinirliği arttı. Birçok tiyatro bestecimiz, benden önce tiyatro müziği yapmış ustalarım var; Cem İdiz, Can Atilla, Tolga Çebi, Çağrı Beklen, Burçak Çöllü, Çiğdem Erken, Oktay Köseoğlu gibi. Yani tiyatro izleyicisinin sosyal medyayı kullanma oranı arttıkça tiyatrodaki diğer parametreler de ön plana çıkmaya başladı. Sadece müzikte değil, aynı durum ışıkta da geçerli, çok değerli ışıkçılar var. Yüksel Aymaz, Kemal Yiğitcan, Cem Yılmazer gibi ve onlar da artık bilinmeye başlandı. Gerçekten çok değerli tasarımcılarımız var ve bu Türk tiyatrosu için çok önemli.

 

Tiyatro için özgün müzik konsepti yeni yeni gelişen bir durum mu ülkemizde?

Aslında değil. Buradaki değişimin nedeni tiyatrodaki parametrelerin de değişmesi. Evet bunlar her zaman belliydi; örneğin ışığı, dekoru, kostümü, rejisi ve oyunculuklar hep vardı. Ancak seyircinin algı süresinin azalması ve seyirciyi salonda tutabilmenin yollarının araştırılmasından sonraki süreçte ortaya çıkan bir durum. Tabi televizyonun ve sosyal medyanın olumsuz yönlerinden bir tanesi de insanları çabuk tüketmeye yönlendirmesi. Düşünün akıllı telefonu eline alan birinin on dakika içerisinde binlerce  bilgi geçiyor gözünün önünden. Dolayısıyla bu parametrelerin hepsi değişti. Tiyatroda da sinemaya yaklaşan görsel ve işitsel unsurlar öne çıkmaya başladı. Müzik de bu parametrelerin içinde çok güçlü bir araç şüphesiz ve oyun için müzik hazırlarken melodi, armoni, kotrpuan gibi unsurlardan ziyade oyunun atmosferine en uygun olabilecek ses dalgasını oluşturmaya çalışıyorum.

 

Tiyatro müziği alanına neden ve nasıl yöneldiniz?

Aslında 16-17 yaşlarındayken bir İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları deneyimim oldu. Tabi çok gençtim. Ondan sonra uzun bir süre ara verdim. Yurt dışında okumalarım ve çalışmalarım oldu. Türkiye’ye döndükten sonra çok daha farklı bir sektörde çalıştım: Jingle ve mobil içerik işindeydim uzun bir süre. Ondan sonra bu işlerden sıkılıp “artık sanat yapayım” düşüncesine kapıldım ve bu yönde ilerledim. Aslında bu tamamen benim kendi seçimim, biraz da “okuduğum bölümün hakkını vereyim” duygusuyla oldu diyebilirim. Sonuçta buradayız, bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Ben işlerimi yaparken sadece tiyatro seyircisini gözetiyorum. İlk oyunum Devlet Tiyatroları’nda Dündar Müftüoğlu’nun yönettiği ‘Zalım Mahmut’ oyunuydu. Hem Dündar Müftüoğlu’ndan hem de değerli hocam Alparslan Karaduman’dan adeta hızlandırılmış kurs aldım. Daha sonra Murat Karasu ile çalıştım ve çok şey öğrendim. Bu konuda çok şanslıydım, üst üste çok değerli hocalar denk geldi.  Saydam Yeniay, Mustafa Avkıran ve Nilüfer Açıkalın’ı da bu listeye eklemek gerek. Ya genç yönetmenler Hira Tekindor, Tamercan Erkan, Lerzan Pamir; onlardan da çok şey öğrendim. Murat Karasu’nun yönettiği ‘Inishmore’lu Yüzbaşı’ oyunu ile de bu alanda tanınmaya başladım.

 

Oyun için müzik hazırlamanın aşamaları nelerdir?

Ben oyun metnine çok önem veren biriyim. İlk önce metni çok hızlı okurum. Sonra bir hafta hiç bakmam, kafamda tartarım, gezerim tozarım. Gezip tozarken düşünürüm üzerinde. Ondan sonra sahne sahne incelerim. Aslında oyunun sonunda elde edilen atmosfer beni çok ilgilendiriyor. Yani her metnin bende bir izdüşümü, ruhumda oluşmuş atmosferi var. Ve atmosferi yansıtmada en güçlü araçlardan biri müzik olduğu için o atmosferi sağlamaya çalışıyorum. Ama ruhum gereği biraz daha farklı davranıyorum metne. Önce iyi bir beste yapayım diye yola çıkmıyorum. Oyunun ihtiyacı olan şey ne diye bakıyorum, egodan kurtularak yaklaşmaya çalışıyorum. Aksi takdirde oyunun parametrelerinden biri olmazsınız. Benim derdim ön plana çıkmak değil, daha çok oyunu parlatmak. Bir oyunda “bir şeyi beğendim” pek bir şey ifade etmiyor. “Oyunu beğendim” çok şey ifade ediyor. Kayıt aşamaları bu sürecin belki de en kolay kısmı. Atmosferi oluşturduktan sonra enstrüman gerekiyorsa çağırıyorsunuz. Kafanızda oluşan şeyi dijital ortama ya da kağıda döküyorsunuz. Ben müziği bir oyunda artı bir oyuncu olarak görüyorum. Bu Murat Karasu’nun çok güzel bir sözüdür.

 

Herhalde son süreçte bunun sahnelere yedirilmesi durumu var. Burada hiç kafanızdakiyle sahnelenme aşamasında hiç “aslında buraya olmamış” dediğiniz oluyor mu?

Çok nadir de olsa oluyor. Ama çok çok az. Her şeyde olduğu gibi burada da estetik algı devreye giriyor. Estetik algınız ne kadar gelişmişse işi o kadar iyi oyuna yedirebiliyorsunuz. Bir de oyunun provalarına sıra gelmeden üzerinde çok düşündüğüm için bu tür sürprizleri pek yaşamıyorum.

 

Yabancı oyunlarda da özgün müzik ihtiyacı oluyor mu, yoksa metinle birlikte müzik de hazır bir şekilde geliyor mu?

Sahnelenen çeviri oyunlarda genellikle müzikleri getirilmiyor. Örneğin bir İngiliz oyununda her şeyi bire bir çeviremediğiniz gibi müzikte de böyle bir durum var. Sonuçta yönetmenin hayal dünyasını yansıtmaya çalışıyorsunuz.  Herkesin farklı bir tarzı olduğu için farklı istekleri oluyor. Bir oyunu bin kişi sahneye koyar ama bini de farklı koyar. Mesela David Greig’in ‘Uzak Adalar’ adlı oyununu yaptık. Oyun İskoçya’da bir adada geçiyordu. O oyunda bizim hazır müzik kullanmamız imkansızdı. Çünkü yönetmenimiz Tamer Can Erkan çok daha farklı bir şekilde sahneye koydu oyunu. Bu biraz da kültürel bir şey, oyunu tabi ki Türk kültürüne yaklaştırmıyoruz ama gerek yönetmenden gerek oyunculardan buraya ait bazı dokunuşlar illaki ekleniyor oyuna. Aynı şey müzik için de geçerli.

burhan-enes-kuzu

 

Geçen yıl Afife Tiyatro Ödülleri’nde ‘en iyi sahne müziği’ dalında ödüle değer bulundunuz. Bu ödülün kariyerinizde etkileri nasıl oldu?                                                                            

Afife Tiyatro Ödülü tabi ki çok prestijli bir ödül ve ödüller sizi daha görünür kılıyor. Aldığım ödülleri de, daha görünür olmayı da önemsiyorum. İnsanlar sizi daha fazla tanımaya başlıyor. Nitekim daha çok teklif aldım, Anadolu’nun birçok bölgesinden teklifler aldım. Oraları ayrı seviyorum. Orada iş yapmak çok daha zevkli olabiliyor. O yüzden her aldığım ödülü çok önemsiyorum. Sonuçta bir ödül jürisi de senede en az 50-60 oyun izliyor. Birçok şeyden feragat edip oyunlara gidiyorlar, değerlendirme yapıyorlar ve insanları seçiyorlar. Bir ödüle katılmayı kabul ediyorsanız sonuçlarına da katlanmak gerekiyor. Çok fazla üzerinde konuşmamak gerekiyor. Sanatçı dediğimiz kimse bence ödül kovalamamalı ama sanatçı için koşturan insanlara da değer vermeli, diye düşünüyorum. Bu durum eleştirmenler için de geçerli. Birçok oyun izliyorlar ve senin hakkında yazıyorlar. Onların yazdığı değerli çünkü sonuçta, yaptığın sanata değer vermiş, izlemiş, yazmışlar. Ben bu işlere daha çok saygı çerçevesinde bakıyorum. Eleştirildiğin zaman da eyvallah demeyi bilmek gerekiyor. Sonuçta seyirci de yazıyor artık sosyal medyadan. Ne yapacağız ona da mı kızacağız?

 

Bir bakıma bu devirde sanatçının çelik gibi sinirleri olmalı diyebilir miyiz?

Tam o kadar değil. Eleştirildiğin zaman bundan kendi adına paylar çıkarıp ilerlemeyi bilmek gerek. Yani jüri üyesine de, eleştirmene de, seyirciye de bu toplumda çok değer veriyorum. Çünkü biliyorum hiçbir ücret almadan jüri üyeliği, eleştirmenlik yapıyorlar.

 

Tiyatro müziği dışında müzik çalışmalarınız var mı?

Çok uzun zamandır jingle yapıyorum. Kendime ait bir firmam var. Jingle Evi adında. Onu da severek yapıyorum. Bu konuda butik işler yapıyorum. O işin yapılış amacı çok farklı. Bir ürün var ve onun satışını nasıl artıracağınızı düşünüyorsunuz. Tiyatrodan, sinemadan çok başka bir iş. Kısa film müziklerim var oldukça. Uzun metraj sinema filmi hiç gelmedi. Dizilerden bazı teklifler var. Dizi ve sinema sektörü çok tanıdığım sektörler değil. İlginç bir şey söyleyeyim, mesela ben ‘Paşa Paşa Tiyatro’ oyunu için yaptığım müziği bir dizi projesi ‘demo’su için yapmıştım. O işi alamadım ama o çalışma geçen yıl Afife Tiyatro Ödülü aldı. Sektörler farklı olabilir ama müzik öyle bir şey değil.

 

Oyunlara gidiyor musunuz? Yoksa müzikleri teslim ettikten sonra işiniz bitiyor mu?

Bir oyuna başladıktan sonra iki aylık prova sürecinde on beş gün-bir ay ben provalarda bulunuyorum. Atmosfere şahit olmak, oyuncuları tanımak, rejiyi, dekoru, kostümü, ışığı hissetmek için mutlaka katılıyorum. Ondan sonra en sancılı sürecimiz teknik prova dönemi başlıyor. Yani müziklerin yerleşimi, nerede kısılacak nerede yükselecek gibi teknik işler zorluyor epey. O sonucu da aldıktan sonra eğer oyunda canlı çalmıyorsam ve orkestrayı yönetmiyorsam müzikleri teslim ediyorum. “Siz sağ ben selamet” diyerek ayrılıyorum.

 

Tiyatro mekânının ses sisteminin yeterliliği nasıl oluyor, aksiliklerle karşılaşıyor musunuz?

Elbette bu çok önemli. Yapmış olduğunuz müziği yansıtabilecek ses sistemi ve daha önemlisi doğru yerlerde müdahale edecek bir sesçinin olması çok önemli. Kurum tiyatrolarındaki arkadaşlar o kadar deneyimli ki yüzlerce oyunda çalışmış oluyorlar, o yüzden pek sıkıntı olmuyor. Ama özel tiyatrolarda zaman zaman bu sorunu yaşayabiliyoruz. Sesçi deneyimli olmadığı zaman iş zorlaşıyor. Aynı zamanda riskli de bir iş, çünkü yanlış yerde ve zamanda çaldığı zaman bütün etkiyi yok edebilir. Zaten sektörün önemli sorunlarından biri de iyi yetişmiş insan sayısının yetersizliği.

 

Yakın gelecekte sizi hangi projelerde göreceğiz?

Tiyatro projelerinde göreceğiniz kesin. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda Muzaffer Aksoy’un yönettiği ‘Woyzeck’in, Eskişehir Şehir Tiyatroları’nda Barış Erdenk’in yönettiği ‘Ağır Roman’ın müziklerini yaptım. İkisini de asistanım Ozan Demir’le birlikte yaptık. Bu sene aynı zamanda bir popüler albüm düşüncemiz var. Burak Duman çok eski bir arkadaşımdır,  çok iyi bir şarkıcıdır. Onunla çalışacağım. İlk defa popüler bir albüm prodüksiyonu da yapacağım bu sene, bakalım, merakla bekliyorum.

RÖPORTAJ: UMUT SEFA YILDIZ

www.dirensanat.com

PAYLAŞIM
Önceki İçerikYAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE: BU OYUN BÖYLE OYNANABİLİR ANCAK…
Sonraki İçerik20. ULUSLARARASI İSTANBUL TİYATRO FESTİVALİ
Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Yeditepe Üniversitesinde Karşılaştırmalı Edebiyat yüksek lisansı yaptı. Müziğe yönelik çalışmaları üniversite yıllarında başladı. Boğaziçi Üniversitesinde Gönül Paçacı’dan Türk Müziği dersleri, Modern Müzik Akademisinde gitarist ve udi Güç Başar Gülle’den armoni dersleri aldı. Yıldız Teknik Üniversitesinde doktora çalışmalarına devam etmektedir.Bu dönemde birlikte çalıştığı birçok grupta hem gitarist hem solist olarak görev aldı, daha sonra besteciliğe ağırlık verdi. Özgün müzikleri çeşitli projelerde yer aldı.

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.