YAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE: BU OYUN BÖYLE OYNANABİLİR ANCAK…

0

2013’den bugüne Bursa, İzmir, Ankara, Van, Samsun, Malatya, Konya, Antalya, Adana, Gaziantep, Trabzon, Diyarbakır, Eskişehir, Denizli’de hemen her ay, sezon boyunca sergilenen oyunları izliyoruz. Perde kapandığında, Lewis Carrol’a hak veriyoruz ister istemez, “gerçekten de bir harikalar diyarı varmış” diyerek. Hepsi de bir diğerinden başarılı, vasat veya vasatın altına inmemiş, belli bir düzeyi tutturmuş, oyunlar, oyunculuklar ve dakikalarca devam eden alkış, bravo, ıslık sesleri…  

yavuzpak-pınar -çekirge
YAVUZ PAK- PINAR ÇEKİRGE

Zor koşullara rağmen (Bildiğimiz kadarıyla, Van Devlet Tiyatrosu halen oyunlarına çadırda devam ediyor meselâ) izlenmezse olmaz dedirtecek, göz boyama telâşına kapılmadan hazırlanmış, oyunculuk gösteriminin giderek virtüöziteye dönüştüğü muhteşem yorumların sergilendiği, başarılı yapımlara imza atılıyor. İstanbul’da kimisi artık hiç tiyatro lezzeti vermeyen, hatta perde indiğinde sahi bu neydi, diye düşündüren özensiz oyunlar izledikten sonra, böylesi varsıl oyun ve oyunculuk örnekleri mutlu kılıyor bizi. İçimiz sevinç ve umut bağlıyor yeniden.

Geçtiğimiz hafta Adana’da izlediğimiz Adana Devlet Tiyatrosu yapımı, Küçük Adam Muammer Muamma”nın acıklı güldürüsü. Muammer Muammer daha ilk anda izleyiciyi avucunun içine alan, enerjik, mükemmel rejisi, oyunculuklarının yanı sıra, sahne, dekor, müzik, kostüm, koreografi tasarımlarıyla da başarıyla kotarılmış bir çalışma.

İşte, Orhan Kemal’in sarı sıcak Adana’sının yan sokaklarındayız. Bir devlet dairesinde, yoksul bir mahallenin bulaşık suyu kokan kaldırımlarında, bir pavyonda… Alkol ve yalnızlığın içiçe geçtiği…Hayatın kimileri için nedense “hep terso, hep yek” devam ettiği sarı sıcak zamanların birinde. Zaten Muammer’i, Odacı Bayram, Necati, Siverekli Hamalı, Temizlikçi Kadını, Çaycıyı, Sekreteri, Baştabip Efendiyi, Veli’yi hepsini tanıyoruz bir yerlerden. Bir yerlerde rastlaşmışız onlara. Ayaküstü de olsa konuşmuşuz, hemhal olmuşuz. Muammer biraz Avare Mustafa aslında. Biraz Yaşar Yaşamaz. Ah evet biraz da Vicdani. Hep o ezilmişlik duygusu…

MUAMMER3                                                                                                                     Gökhan Doğan, Murat Özben, Saliha Karahasan yarattıkları illüzyon, ustalık katındaki oyunculuklarıyla, yaşar kıldıkları karaktere apayrı bir derinlik kazandırıyorlar, hiç kuşkusuz ki bu saydığımız özellikler, diğer oyuncular için de geçerli.

Reji, doğru oyunculuk ve diğer teknik detayları, özel sahne dili / kullanımı, sahne düzeni ve trafiğinin mükemmel akışkanlığı, zamanlama ve dinamizm kusursuzluğu, yaratıcılığı, sahnede en sahici biçimde estetize edilmiş kahramanlarıyla her açıdan Orhan Kemal’e yaraşır bir yetkinlikle sunulan “Muammer Muammer”e emeği geçen herkesi kutluyoruz.

ADANA’YA KAR YAĞMIŞ, KAR ALTINDA GÜL VARMIŞ…       

Orhan Kemal, hümanist anlayışını “aydınlanmacı gerçekçilik” olarak tanımlarken, Çehov, Gorki ve Nazım Hikmet gibi yazarların etkisiyle geliştirdiği edebi dünyasına Türkiye’de kapitalizmin hızla geliştiği yıllarda şehrin çeperlerine sürüklenen kitlelerin yaşamlarını konuk eder. Hikâyelerinin çoğu yaşantı, hatıra, izlenim ve gözlemlerinden gelen unsurları işler. Kahramanlarını genellikle, “küçük insan” diye tanımlanan, döneminin orta sınıfına mensup insanlardan seçer ve onların düşünce/davranış ve yaşayış biçimlerini anlatır. Sınıflı bir toplumun romancısı olduğunu bilir Orhan Kemal. İtilip kakılan, horlanan, haksızlığa uğrayan, zavallı insanlardan yarattığı trajik ya da komik tiplemelerin kişilikleri, bu mülkiyet dünyasında bölünür, parçalanır, yok edilir. Önümüze sunulan romansal dünya, son çözümlemede, mülkiyet dünyasının yozlaştırıcı izlerini sürmemizi sağlar. İnsani olanı yok eden, her şeyi metaya dönüştürerek, “küçük insanları” ezen-ezilen ilişkilerinin baskı ve sömürü koşullarında yoğuran, onların zihinsel/bedensel seyirlerini büyük ölçüde belirleyen kapital dünyasının teşhiridir O’nun kaleminin asıl meramı…

“Muammer Muammer”i Orhan Kemal’in beş ayrı hikâyesinden derleyerek oyunlaştıran Erman Canatan, yazarın bu meramını, bütünselliğini ve özünü koruyarak inşa ettiği çok başarılı bir kurgu ile anlatıyor. Murat Çidamlı’nın rejisi ise, bu özün kendisini en doğru ifade edebileceği epik bir üslubu, Brechtçi öğeleri içeren bir göstermeci/açık biçemi merkezine alıyor. Böylece, hem Canatan’ın kurgusunu hem de Kmal’in meramını kusursuz bir şekilde sahneye taşıyor. Adana DT oyuncularının özellikle jest ve mimiklerindeki başarıları ile sahici oyunculukları, Brecht tiyatrosunun güldürürken düşündüren, seyirciyi sorgulamaya ve anlamaya yönelten tarzı ile muhteşem bir uyum sağlıyor.                                                                         Orhan Kemal, tiyatro dilinde de aynı gerçekçi yaklaşımla oyun kişilerini, ekonomik sistemin belirlediği toplumsal ilişkiler düzleminde, yani sınıfsal konumlarına göre biçimler. Dolayısıyla, O’nun oyunlarında iyi-kötü, sevgi-nefret, kahraman-düşman gibi kavramlar yoktur. Çünkü, tarafsız bir gözle ve bilimsel bir nesnellikle aktarır hikâyesini. Kişileri sınıfsal konumlarının gerektirdiği gibi davranırlar ve idealize edilmezler. Oyun kişilerini çizerken çok özenlidir.

Bu hem gözlem yeteneğinden, hem de karakter yaratmadaki ustalığından kaynaklanır. Yöresel renkler, yöresel ağızlar, dilinin en önemli özelliklerinden biridir. “Muammer Muammer” oyun ekibi, sahnedeki doğallıkları ve gerçekçilikleri ile, Kemal’in “aydınlanmacı gerçekçiliğini” ve “nesnelliğini” içselleştirerek yansıtmayı başarıyor. Herbir karakterin özenle betimleniyor sahnede. Özellikle ikinci perdede kurulan Adana’ya özgü “meyhane” ortamında, farklı sınıflardan kişiliklerinin biraraya getirilmesiyle, bu yöntem çoğulcu bir güzellik içinde, adeta özgün karakterlerin renk cümbüşü içinde icra ediliyor.

ADANA DEVLET TİYATROSU’NDA, OCAK AYINDA YETİŞKİNLER İÇİN “MUAMMER MUAMMER” VE “KÜHEYLAN” , ÇOCUKLAR İÇİN İSE “ESKİ DÜNYA MASALI” PERDE AÇACAK. (İHA/ADANA-İHA)

Orhan Kemal’in bir başka önemli özelliği, yarattığı tiplemelerin yerelden evrensele uzanan nitelikleridir. O, sınıflı toplum yapısı eleştirisi üzerine kurguladığı hikâyeleri ile, Adana’nın varoşundaki “küçük insanlar” ile Barcelona ya da New York’un banliyölerinde yaşayan “küçük insanlar”ın hayatlarına uzanan bir köprü inşa eder. Küçük insanlar için ortak girdap kapitalizmin kendisidir. Bu bağlamda, oyunun birinci perdesinde “iyi”, ikinci perdesinde “kötü” bir Muammer karakteri çizilerek, seyirci hem yazarın bu kapsayıcı kavramsallaştırmasına hem de “ahlâk, “erdem”, “etik”, “iyi-kötü” vb. evrensel kavramlar üzerinden tarihsel bir sorgulamaya götürülüyor. Bu sorgulama, evrensel boyutta, Ethica’nın yazarı, “etiğin filozofu” Spinoza’ya da kapı aralıyor: “İnsan bedeni çeşitli şeyler tarafından çeşitli yollardan etkilenip durur; ama ne yazık ki hiç bir şey elinde değildir. Ve yine ne yazık ki, insanların büyük bir bölümü, böyle yaşamayı sürdürür.” (1) Spinoza, kurulu politik rejimler, din ve ahlâk sistemleri aklın herkes tarafından serbestçe kullanılmasına rıza göstermediklerini söyler. Ethica’nın, “politik” yönü böylece mutlak bir “eleştiri” hareketi olarak belirir: Hukuksal biçimlerin eleştirisi, despotizmin eleştirisi, ama en önemlisi “ideolojinin eleştirisi”. Tıpkı “Muammer Muammer” oyunun yaptığı gibi.                                                                                                                                                                 “En iyi şekilde ayakta kalmak”, bir diğer deyişle conatus sergilemek ve en yüksek iyiye ulaşmak, ancak akılla ve bilgiyle olur. Nedenini bildiğimiz olaylarla, nedenini bilmediğimiz olaylar arasında bir ayrım yapmamız gerekir. İnsanlar ancak nedenini bildikleri ve doğru fikirlere sahip oldukları ölçüde özgürleşirler. Özgürlük bu nedenselliğin bilincinde olunmasıyla elde edilir.” (2) diyen Spinoza, Orhan Kemal gibi, geleneksel ahlâk anlayışlarının erekselliği yerine nedenselliğini önceler ve nesnel bir yaklaşım sergiler. O’nun için, iyi insan ilişkilerini kendi doğasının özüne yararlı olacak biçimde kurmaya çalışan “özgür”, “akıllı”, ya da “güçlü” insandır. Kötü insan ise hayatı keyfiliğe bırakan, onlardan yalnızca etkilenen ve bundan yakınan, suçluluk duyan, “kötü”, “zayıf” ya da “budala”dır”. Bu kimse olayların sonuçlarından her defasında rahatsızlık duysa bile, Muammer gibi, hep yakındığı şeyin aynısını yapacaktır. Spinoza’nın etiğinde insan, duygulanışlarının ve tutkularının nedenselliklerini sorgulayarak onları değiştirilebilir, yönlendirilebilir, dönüştürülebilir ve bu amaç için gösterilen çaba bizzat “erdemin” kendisidir. “Muammer Muammer”in altını çizdiği gibi, erdemli insanlar, büyük ölçüde, kapitalizmin tarih sahnesinden silindiği andan itibaren yaşam alanı bulacaklardır. Zira ancak bu tarihsel evrimle, Muammerler nedenlerin bilgisine erişerek özgürleşmeyi ve aklın rehberliğinde yaşamayı başarabilecekleri koşullara erişebileceklerdir.

MUAMMER1

Ernst Ficher, “sanatın bu büyücülük görevi, giderek toplumsal ilişkilere ışık tutmak, yoğunlaşan toplumlardaki insanları aydınlatmak, insanların toplumsal gerçekleri tanıyıp değiştirmelerine yardım etmek görevine dönüştü.” der. (3) Ahlâki ve etik bir erozyonun toplumsal yaşamın tüm veçhelerinde en ağır şekilde hissedildiği günümüzde, Adana DT “Muammer Muammer” oyunu sanatın bu toplumsal/tarihsel işlevini dair çok değerli ve bir çalışmaya imza atıyor. Ve bize yaşattığı istisnai güzellikle o meşhur Adana türküsünü anımsatıyor: “Adana’ya kar yağmış / Kar altında gül varmış…”

YAVUZ PAK- PINAR ÇEKİRGE

Kaynakça:

  • Baker, Ulus. “Spinoza; Hayatın Geometrisi”, Virgül dergisi, Ekim 1997
  • Spinoza, Benedictus. “Etika”, çev. H. Z. Ülken, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2011, s:217
  • Ficher, Ernst. “Sanatın Gerekliliği”, Sözcükler Yayınları, 2012, İstanbul, s:54

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.