RENGİN UZ: KIRILGAN YAŞAMLARIN BAŞYAPITI: SIRÇA HAYVAN KOLEKSİYONU

0

 Çağdaş Amerikan Tiyatrosu’nun ve Dünya Tiyatro Tarihinin, sembolizmi ve psikolojik gerçekliği en iyi kullanmış önemli yazarlarından Tennessee Williams’ın, kendi yaşamından izler taşıyan ‘ Sırça Hayvan Koleksiyonu’ oyunu, Şehir Tiyatrosu’nda, Yıldırım Fikret Uruğ’un yönetiminde perde açıyor.

 

RENGİN UZ
RENGİN UZ

Tennessee Williams’ın, sosyal ve psikolojik gerçekliği, savrulmuş bireyler, çöküntüye uğramış yaşamlar, küçük hayaller üzerinden anlatan oyunlarını çok severim. Onun, İhtiras Tramvayı, Kızgın Damdaki Kedi, Sırça Kümes, Geçen Yaz Birdenbire oyunlarında kendi kırılgan ve çelişkili dünyasının, örselenmiş ruhunun izlerini sürmek hoşuma gider. Bu oyunlar arasında ‘Streetcar Named Desire/İhtiras Tramvayı’nı’ (1947 Drama Dalında Pulitzer) baş köşeye koysam ve yıllar geçse de Yıldız Kenter’in Güneyli Blanche DuBois, Müşfik Kenter’in kabasaba işçi Stanley Kowalski yorumlarını unutamasam da The Glass Menagerie/ Sırça Kümes’in de bendeki yeri özeldir. Tennessee Williams’ın erken dönem oyunlarından olan ve ona şöhretin kapılarını açan Sırça Kümes,1945’de New York Eleştirmenler Birliği ödülünü kazanmıştır.

Sırça Kümes’i ve Willams’ın diğer oyunlarını doğru okuyabilmek için yazıldığı dönemin sosyal ve ekonomik koşulları, yazarın yaşadığı travmalar, ailesiyle olan ilişkileri hakkında bilgi sahibi olmak gerek. Çünkü bir takım farklılıklar gösterse de tüm oyunları otobiyografik özellikler taşır. Asıl adı Thomas Lanier Williams olan Tennessee Williams, Güney’de doğmuş ama ailesi Kuzey’e göçtüğü için orada büyümüştür. Soylu Güneyli bir aileden gelen annesi Edwina daha 13 yaşındayken oğlunun hayal gücünü kullanması için ona bir daktilo hediye etmiştir. Baskıcı bir anne ve alkolik bir baba ile büyümüştür. En büyük ilham kaynağı her zaman çok sevdiği kız kardeşi Rose olmuştur. Şizofren olan ve yaşamını akıl hastanelerinde geçiren genç kız, yanlış tedavi sonucu zihinsel engelli olarak kalınca bu olaydan çok etkilenen genç adam ailesini hiçbir zaman affetmemiştir.

Sırça Kümes, savaşın ve büyük ekonomik buhranın eşiğinde duran bir dünyanın parçalanmış bireylerinin oyunudur. Oyunun arka planını, aynı zamanda anlatıcıyı oynayan Tom şu cümlelerle özetler: ‘…İspanya’da devrim vardı. Burada ise sadece bağrışmalar ve şaşkınlık hüküm sürüyordu. İspanya’da Guernica vardı. Burada ise, diğer zamanlardaki sessiz ve sakin şehirlerde, Chicago, Saint Louis ve Cleveland’da, çoğunlukla kanlı geçen işçi ayaklanmaları… İste oyunumuzun sosyal geri planı budur…’

 

Sırça Hayvan Koleksiyonu, sırça karakterlerin oyunudur. Dış dünyaya uyum sağlayamadıkları için her biri, her an kırılabilecek kendi sırça dünyasına sığınmış, savrulmuş aile bireylerinin, çöküntüye uğramış yaşamların oyunudur; Bir arada ama her biri kendi düş dünyasında yaşayan, sorunlu, kırık dökük, üç mutsuz insan…Kocasının terk edip uzaklara gitmesiyle, zorlu yaşam koşullarında iki çocuğuyla kalakalmış, yaşama gücünü sürekli sözünü ettiği geçmişteki parlak mutlu günlerinden alan anne, Amanda…Ailenin maddi manevi tüm yükünü omuzlarında hisseden, üç kuruşa hiç sevmediği bir işte çalışmak zorunda kalan ve her geçen gün annesinin baskısından daha çok bulanan, avuntuyu sinemanın ve şiirin büyüsünde bulan erkek çocuk, Tom…Kendini dış dünyaya, gerçeklere tamamen kapatmış, babasının plakları ve gramafonuyla ama en çok da üzerine titrediği sırçadan küçük hayvancıklarla avunan, bir bacağı sakat, utangaç ve çekingen genç kız, Laura…Ve aileye kısa süreliğine, görücü olduğunu bilmeden konuk olan, Laura’nın camdan dünyasına umut saçıp ama sonunda onu tuzla buz eden Tom’un arkadaşı, Jim…

FİLM SEYREDER GİBİ…

On yıl önce Kenter Tiyatrosu’nda seyrettiğim ve Yıldız Kenter’in Amanda rolünde harikalar yarattığı oyun, Can Yücel ‘tarafından ‘Sırça Kümes’ olarak Türkçeye çevrilmişti. Bu kez, oyunun çevirmeni Aytuğ İz’at ‘Sırça Hayvan Koleksiyonu’ adını uygun görmüş. Doğrusu, ben bu duygusal ve mekankolik, anımsama oyununa bu adı hiç mi hiç yakıştırmadım.

Yönetmen Yıldırım Fikret Urağ, Tennessee Williams’ın, anılar yüklü, gerçekle hayal arasında gidip gelen, şiirsel sembolizmine farklı bir konseptle yaklaşmış. Rejisinde, sinema ve tiyatroyu buluşturmuş, bu iki kardeş sanat dalını iç içe geçirerek kullanmış. Video çekimleri güzel, uygulama teknikleri de çok başarılı olunca anlatım dili gerçekten renklenmiş. Ortaya muhteşem bir görsellik çıkmış. Ancak bu anlatımda sinema tiyatroya ağır basmış. Biz de tıpkı anlatıcı gibi, Tom’un Laura’ya olan vedasının hikayesini, müzik eşliğinde film izler gibi izledik. Dekor sahnenin çok gerisinde. Bir de videoların yansıtıldığı ince bir perde var önünde. Böyle olunca, oyunculara ve duygulara uzak kalıyorsunuz. Örneğin, tüm bu görselliğin yanı sıra, ben oyuna adına veren sırça hayvan koleksiyonunu daha yakından görmek isterdim. Laura’nın onlara dokunurkenki mutluluğunu hissetmek isterdim. Dediğim gibi Yıldırım Fikret Urağ, sinematografik bir düş kurmuş ve onu gerçekleştirmekte başarılı olmuş. Sırça Kümes, resim, ve atmosfer olarak çok etkileyici.

Sırça Hayvan Koleksiyonu (1)

 

Oyundaki anne, Amanda, birebir olmasa da, Tennessee Williams’ın kendi annesin sureti. Sevil Akı oynuyor. Beğendiğim, her zaman ışıltısı olan bir oyuncu. Ama bu kez, yolunda gitmeyen bir şeyler var. Amanda, acı çekmiş ve çekmekte olan bir kadın. Terkedilmiş, geçim sıkıntısı çekiyor, kızına çok üzülüyor, ona iyi bir kısmet bulmak için didiniyor. Oğlu için endişeli. O bir gün gidecek ve yalnız kalacaklar, özellikle Laura sahipsiz kalacak diye içi içini yiyor. Duygularını bastırmak için de çoğu zaman işi şakaya vuruyor, eski anıları anlatıyor, gülüp söylüyor. Fazla şen şakrak. Böyle olunca da biz mutsuz Amanda’yı fazla göremiyoruz. Rol tehlikeli bir biçimde, Tennesse Williams’ın dünyasından uzaklaşıp alaturkalığa kayıyor. Neden böyle bir yorum seçmişler anlayamadım.

Sırça Hayvan Koleksiyonu’ndaki Tom, ‘Geçen Yaz Birdenbire’ oyunundaki Sebastian gibi Tennessee Williams’ın kendinden izler taşıyor. Oyundaki anıların anlatıcısını ve anıların sahibi Tom’u Edip Tepeli oynuyor. Geçtiğimiz sezon ‘ Küskün Müzikal’de izleyip de ‘Kim bu yetenekli çocuk’ dediğim oyuncu. Sırça Kümes’in kendisiyle yüzleşmeyi, kendi macerasını yaşayabilmek adına- Laura’ya veda etmek ne kadar zor olsa da- uzaklara gitmeyi başaran tek karakteri. Arkadaşının, şiir yazdığı için ‘Shakespeare’ adını taktığı Tom, oyunun başından sonuna, anlatarak ve oynayarak seyirciyi alıp götürüyor.

Sırça Hayvan Koleksiyonu (3)

Bacağı sakat, bir sırça kadar kırılgan Laura’da Ayşecan Tatari var. Annesi Aliye Uzunatağan’ın yıllarını verdiği Şehir Tiyatrosu sahnesine çok güzel bir rolle merhaba diyor. Kendini sanki camdan bir fanusun içine hapsetmiş, dış dünyayla bağını tamamen koparmış, saf, naif ve utangaç Laura…Yani Tennessee Williams’ın çok sevdiği, her zaman içinde sızlayan bir yara olmuş biricik kız kardeşi Rose’un sureti. Ayşecan Tatari, Laura için iyi bir seçim olmuş. Sahnedeki kırıldı kırılacak Laura’yı özellikle son sahnede çok beğendim.

Amanda’nın damat adayı, Laura’nın biricik okul aşkı, Tom’un ayakkabı dükkanından iş arkadaşı olan Jim’i Tanju Girişken oynuyor. Parlak geçmişine rağmen hiçbir şey olamayan delikanlıda enerjisi yüksek bir oyun sergiliyor.

Oyunun sahne tasarımına imza atan Cem Yılmazer yönetmenin ne yapmak istediğini, onun yaratmak istediği dünyayı onun kadar iyi anlamış! Tüm ayrıntılarını, aksesuarlarını düşünerek, savaş öncesi yıllara uygun orta halli bir salon tasarımı, girişe de küçük bir veranda yapmış. Benim dekor tasarımında tek takıldığım nokta, Laura’nın tüm hayatı olan o sırça hayvancıkların, sıradan duvar raflarında sıradan biblolar olarak durması oldu. Kendi dekor tasarımını yine kendi çekip kurguladığı ve rejinin sinema boyutunu oluşturacak video görüntüleri ile desteklemiş. Oyunun atmosferini, o loş ve gerçek dışı havasını da ışık tasarımı ile tamamlamış. Ne diyebilirim ki…Her oyuna bir Cem Yılmazer gerekli…Nihal Kaplangı’nın Laura’nın giysileri için seçtiği pastel pembe tonlarını sevdim. Özellikle, görücü geleceği gece, annenin sandıktan çıkarıp giydiği o fazlasıyla özenti elbisesi pek hoştu.

Sırça Hayvan Koleksiyonu, Şehir Tiyatrosu’nun 100. Yılına yakışır bir oyun. Çok emek verilmiş, çok iyi çalışılmış. Başta yönetmen Yıldırım Fikret Urağ’ı ve tüm ekibi kutlamak isterim. Gala gecesinde çevirmen Altuğ İz’at ‘Oyunu Amerika’da izledim, Tennessee Williams buradaki oyunu izleseydi ayakta alkışlardı’ dedi. Önceki gün Tennessee Williams’ın (26 Mart 1911- 25 Şubat 1983) 32.ölüm yıldönümüydü ve o Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde alkışlanıyordu…

Ne mutlu, oyunlarıyla yaşayanlara…

www.dirensanat.com

RENGİN UZ

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.