YAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE/ VAHŞİ BATI’DA HEM YEM HEM ÖKSE OLMAK

0

Yavuz ile sezon boyunca Devlet Tiyatrosu’nun farklı illerde sergilediği oyunlar arasında en az  5-6 tanesini izleme imkânımız oluyor. 2015-16 sezonunda da kural değişmedi Konya, Samsun, Adana, Malatya, Gaziantep ve en son olarak Antalya’da, Sam Shepard’ın yazdığı  Yıldırım Türker’in dilimize çevirdiği ve  Malcolm Keith Kay’in yönettiği “Vahşi Batı” (True West )’yı izledik.

yavuzpak-pınar -çekirge
YAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE

İki kardeşin, Austin ve Lee’nin açık ve örtük çekişmelerini, uzlaşmazlıklarını, rekabetlerini, birbirlerinden kaçtıkça nasıl birbirilerine doğru adeta bir amok koşucusu gibi kan ter içinde, ölümüne koştuklarını, bir o kadar farklıyken, bir o kadar aynı oluşlarını. Ayırdına dahi varmadan birbirilerine dönüşmelerini, kapitalist sistemin tüm şiddetiyle insan hayatlarına vurduğu darbeleri, aile içi şiddeti zaman zaman ürpererek seyrettik diyemeyeceğim, adeta iliklerimize dek hissettik. Hissetmek ne kelime yaşadık.

Herşey Kabil ve Habil’den bugüne devam edegelen o ölümüne rekabetin fonunda gelişiyordu aslında.Çözülmemiş Oidipal karmaşanın bir zıpkın gibi vurup geçişine, ’üstben’in, ‘ben’ ile ölümüne dalaşmasına tanıklık ettik yaklaşık iki saat boyunca.Yabanıl ve özgür olanla, uygar ve tutsak olanın kapışmasıydı bu..uyumlu olanla uyumsuzun kana kan ,dişe diş mücadelesi ya da.Aydınlığın karanlıkla,cehaletin,eğitimle.Austin ve Lee yek diğeri için bıçak ve yaraydı her koşulda…Sevgi ve nefret. Soğuk ve sıcak. Ölüm ve doğum. Sahip ve sığıntı. Tutsak ve efendi.                                                                                                               Annesi Alaska’da seyahatteyken onun evinde kalıp senaryo çalışmasına devam eden, kurulu, kabul ve teşvik edilen sistemin ürünü Austin’in tüm dengesi, kaba ve ilkel dürtülerin, pervasızlığın, aldırışsızlığın örneği Lee’nin beş yıl sonra, bir akşam alacası çıkıp gelmesiyle altüst olur. Naif, uzlaşmacı, eğitimli Austin, kavgacı, hırsız, serseri, güçlü, yabanıl Lee için bir yemdir aslında ve aynı zamanda kaçınılmaz bir ökse. Kısa bir sürede birbirlerine hem av, hem avcı olurlar. Asıl savaş böyle başlar zaten. Biri fiziksel anlamda kuvvetlidir, diğeri entelektüel açıdan..birbirilerine böylesine tezat ve yabancıyken yapımcı Saul Kimmer dengeleri iyice değiştiriverir..şiddet el değiştirmeye başlamıştır artık. Geri dönüş yoktur.

vahsı-batı-4

Selim Bayraktar (Austin), Orkun Yılmaz (Lee), Salih Bayraktar (Saul) ve Kader Gözpınar (anne) gözdolduran oyunculuklarıyla her türlü övgüyü fazlasıyla hak ediyorlar. Yönetmen karakterlerin gerçeğe uygunluğunu, metnin detaylarını, olayların mantığını, psiko dinamiklerini, ruh çözümlemelerini, doğal oyunculukları, ekip çalışmasını başarıyla kotarmış. Selim Bayraktar sesini, jestlerini, yüz ifadesini, beden dilini mükemmel kullanıyor. Rolüyle kurduğu içsel bağ seyirciye de geçiyor zaten. Sahne samimiyeti ve tekniğiyle, ustalık katındaki oyunculuğunu bir araya getirmiş ve yaşar kıldığı Austin karakterinde kusursuz bir performans sergilemiş. Orkun Yılmaz’da Lee’yi sahnede tüm duygularıyla harikulade bir biçimde ele alıp estetize etmiş. Sadece karakteri en doğru biçimde koymamış ortaya o karakterin tüm ruh hallerini de yansılamayı başarmış. Çağdaş Amerikan ve dünya edebiyatının en önemli yazarlarından sayılan Sam Shepard’ın oluşturduğu crescendo gibi zirve yapan dramatik yapı dört oyuncunun başarısıyla kusursuz biçimde yansıtılıyor. Daha ne olsun?

Kısaca; yönetimi, oyunculukları, dekoru, ışığıyla “Vahşi Batı” kutlanması gereken bir çalışma…

Perde Arkası : VAHŞET KÜLTÜRÜNÜN BİR PANORAMASI

“Vahşi Batı”, paradoksal bir yapıya sahiptir ve iki karşıt olguyu çağrıştırır: Bir yanda, “geçmişe içkin”, maden arayıcılarının, çiftçilerin, kovboyların cenneti olmuş, uçsuz bucaksız “ilkel Batı”; diğer yanda, “şimdiye içkin” gelişmiş teknolojiyle bezeli, aşırı boyutlarda kentleşmiş, bireyler arasındaki “ölümcül rekabetin” amansızca sürdüğü “uygar Batı”… Esasında, “Amerikan kimliğinin” bu tezatmış gibi görünen iki veçhesi diyalektik karşıtlık üzerinden tarihi bir bütünsellik oluştur. Zira, uygar (!) Amerika’nın tarihi, Kolomb’un kıtaya ayak basışından bugüne kadar, sadece ve tamamen bir barbalık sistemi olan “kapitalizmin” ve onun farklı yüzlerinin tarihidir.                                                                                                           1980 yılında, Sam Shepard’in kaleme aldığı “Vahşi Batı”, her ne kadar zıt karakterlere sahip iki kardeşin psikolojik çatışmalarını konu ediniyor olsa da, perde arkasında ekonomik, toplumsal, kültürel, politik ve ideolojik tahlillerin izlerini taşır. Bu anlamda bir “başyapıt” olarak hem ABD’de hem de dünyanın farklı ülkelerinde defalarca sahnelenen oyun, Lee ve Austin’in zıtların birliğini oluşturan sürükleyici hikâyeleri üzerinden seyirciyi tarihsel bir sorgulamaya götürür. Amerika’yı keşfeden Avrupa’nın lümpen sınıfları, bir yandan Avrupa kapitalizmine zenginlik ihraç ederken, diğer yandan insanlık tarihinin tanık olduğu en acımasız sermaye birikimi yöntemleriyle Amerikan kapitalizmini inşa ederler. Avrupalı püritenler, dindar çiftçiler, tüccarlar, serseriler, serüvenciler, avcılar, altın arayıcıları, gangsterler uçsuz bucaksız topraklarda bir araya gelerek önce altına ve gümüşe sonra boş topraklara koşarlar. Kıtanın her karış toprağına taşıdıkları vahşet, Aztek, İnka, Maya ve Kızılderili uygarlıklarını yok eder ve Amerika’da bir yerlerde olduğunu hayal ettikleri muazzam “Eldorado” ülkesinin tohumlarını atarlar. Dünyanın en köklü uygarlıklarını kanla boğan bu köksüz yağma imparatorluğunun geçmişi, oyunda Lee tarafından temsil edilen kaba, cahil, görgüsüz çöl kültürü insanı tarafından canlandırılır.                                                                                                           vahsı-batı-5

Zaman içinde, Birleşik Amerika sermaye birikimi sürecini gerçekleştirerek zenginleşir ve tastamam bir Eldorado ülkesi olur. Amerika’da kapitalizmin ideal olarak geliştirdiği her şey vardır artık. Akabinde, ABD 20. yüzyılın askeri, ekonomik, politik derebeyi olarak hegemonik gücü de elde etmeye soyunur. Boş kıtanın maddi olanaklarıyla insanlığın entelektüel birikimi ülkeye çekilerek yeni bir sentez yaratılır. Sahne artık Austin’indir. Atalarından miras kalan çöl kültürünün üzerini, pek özendiği Avrupa’dan devşirdiği bilim, sanat, kültür, eğitim ve teknoloji ile örtmeye soyunur. Fakat beceremez. Çünkü, babası çöl kültürünün tipik bir kovboyu, annesi yıllar evvel ölmüş olan Picasso’nun kasabaya sergi açacağına inanan ortalama bir Amerikan yurttaşıdır. Bir nesil sonrasına gitmeye bile gerek duyulmayacak bu soykütüğü ile pek şansı yoktur. Nitekim, ne Rönesans’tan ne Reformdan ne de toplumsal devrimlerden nasiplenmiş bir coğrafyanın, 21. asra girildiğinde Nijerya’yı “kıta” zanneden bir başkan tarafından yönetilen bir ülkenin entelektüel müsveddelerinden biri olmaya mahkûmdur. Zira, asırlardır silah, şiddet, egemenlik hırsı, tüketim hazzı ile beslenen Amerikan kapitalizmi, bilimi ve sanatı dahi kâra endeksleyen karanlık yüzü ile karşısındadır. Para her durumda yaşamın merkezidir; öyle ki “fiyat” sanat eserinin değerini teyit eder. Austin yazar görünümlü bir “para avcısı”dır sadece. Çölde yılan avlayan kardeşi Lee’den tek farkı daha konforlu bir çalışma ortamına sahip oluşudur. Aynı kapitalizm sanatsal faaliyeti “kitsch”e indirgeyerek, ömründe yazı yazmamış Lee’ye bir anda Austin’den daha önemli bir yazar payesi biçiverir. Nihayetinde, “Vahşi Batı” Austin’in dünyasını yıkar, ilkel dürtülerini ortaya çıkarır. Lee ve Austin aynı uzamda, aynı konumda buluşurlar. Ortalığı kaplayan “Vahşi Batı”dır artık. Uygar yaşam çabası yerini, çığrından çıkmış bir dünyaya bırakır sahnede. Amerika’nın bugününü temsil eden Austin özüne döner.

vahsı-batı-2                                                                                                  Shepard, uzam betimlerken “yakıcı bir sıcak”, “yoğun sarı ışık altında çarpıcı bir çıplaklık”, “çölde bir hurda yığını” tanımlamalarını kullanarak, sahneyi bir çölle özdeşleştirir. Ve o çölde şimdi birbirlerini boğazlayarak öldürmeye çalışan iki kardeşin vahşetinden başka hiçbir şey yoktur. 1980’de Shepard’ın çizdiği bu vahşi uzam, zaman içinde tüm dünyaya yayılır. Bugün, Amerikan barbarlığı, bir türlü beceremediği ve neo-liberalizm ile birlikte artık ihtiyaç da duymadığı kültürel/sanatsal/entelektüel gelişimi postmodernizmin çöplüğünde boğarak dünyayı çöl kültürünün hüküm sürdüğü bir hurdalığa çevirme çabasında. Bunun en yakın ve yakıcı örneğini çok yakın bir zamanda, Irak’ta gördü insanlık. Zizek, “Ebu Garip hapishanesinden yayılan işkence fotoğrafları Amerikan kültürünün ta kendisidir.” derken haklıdır. İşkenceci Amerikan askerlerinden biri, bu hapishaneyi “Wild, Wild West” çığlıklarıyla kutsarken Zizek’in hakkını teslim eder adeta.                                                                    Nitekim, Austin Lee ile özdeşleşir; iki kardeş varoldukları coğrafyada duruş ve konumları sürekli değişse de birbirleri için su ve ateş, bıçak ve yara, av ve avcı; dünya için vahşetin simgesi olurlar.

YAVUZ PAK – PINAR ÇEKİRGE

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.