Zehra İpşiroğlu’ndan Televizyon Dizileri Üzerine Etkili Bir Yazı

0

“Operada olduğu gibi TV dizilerinde de toplumsal ve politik olaylar sadece bireysel çatışmaların sınırları içinde gösterilir..”

Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu

Opera ve TV dizileri

Televizyon dizilerine “Soap opera” (sabun köpüğü operası ya da pembe diziler) adının verilmesi nitelikli dizilere haksızlık olsa bile, opera ile diziler arasındaki duygu yoğunluğuna dayanan bir benzerliğe işaret ediyor.

Opera ve dizilerdeki duygusal patlamalar

Bir dönem belli bir toplumsal kesimde çok popüler olan opera sanatı da tıpkı diziler gibi duygu yoğunluğuna dayanıyor. Operada müzik aracılığıyla iyiler ve kötüler arasındaki çatışmalar büyük dramatik ve trajik patlamalarla anlatılırken aşk, tutku, güç, iktidar, intikam gibi konular, insanın kendi dışında gelişen ve felaketlere yol açan trajik olaylar hep ön plandadır. Özellikle 19. Yüzyılda Verdi’nin, Puccini’nin operalarıyla bu alanda tam bir duygusal patlama yaşandığını görüyoruz. Bu bağlamda ünlü tiyatro yazarı Bertolt Brecht yüzde yüz duyubirliğine (Einführung) dayanan opera türüne eleştiri getirerek operanın insanları aptallaştırdığını iddia ediyor. Kurt Weill’ın bestelediği “Üçkuruşluk Opera” ve “Mahagonny” oyunlarında ise yoğun bir opera parodisine yönelir. Brecht her iki opera parodisinde de müziği duyubirliğini kıran, böylece duyguları kesintiye uğratan bir yabancılaştırma etkisi olarak kullanır.

TV dizilerinin de temelini tıpkı operada olduğu gibi iyilerle kötüler arasındaki çatışma oluşturur. Dizi karakterleri de bu çatışmaya göre belirlenirler, ona göre biçimlendirilirler. Amaç tıpkı operada olduğu duygulara seslenerek izleyiciyi hipnotizma etmektir. Ancak operada bu insanı büyüleyen klasik müzik aracılığıyla yapılırken, dizilerde oyunculuk ön plandadır, müzik ise sadece çok sade ve basit birkaç motifle anlatılan olaylara eşlik eden bir illüstrasyon görevini görür. Örneğin bir aşk öyküsü anlatılıyorsa iç bayıltıcı motifler, gerilimin altı çizilmek isteniyorsa gerilimli bir müzik canlandıran olaylara eşlik eder. Öteyandan müziğin illüstrasyon işlevinin sınırlarının dışına çıkarak duyguların yoğunluğuna işaret ederek sözcüklerin yerini aldığı, bu yönüyle de yine operaya yaklaştığı durumlar da sözkonusudur.“Aliye” dizisinde sevgililerin birbirlerinden ayrıldıklarında yaşadıkları duyguların “Vakit Tamam Seni Terkediyorum” şarkısıyla anlatılması gibi.

Öte yandan opera hiçbir zaman gerçekçi olmak iddiasında değildir. Diziler ise aşırı kurgusal ya da fantastik değilse çoğunlukla izleyicinin dünyasına yakın bir yanılsama dünyası sunar.

Diziler bir ailenin altmışlı yıllarda yaşadığı büyük çatışmaların anlatıldığı “Öyle Bir Geçer ki” ya da farklı coğrafyalarda yaşayan ve farklı sosyal katmanlardan gelen insanlar arasındaki kültürel çatışmaların gösterildiği “Karagül” gibi her ne kadar duygusal patlamalara yönelik artarda sıralanmış yapay olaylardan oluşuyorsa o kadar opera türüyle benzerlik gösterir. Özellikle bölümlerin finallerinde tıpkı operada olduğu gibi yanlış anlaşmalardan kaynaklanan çatışmalar kaotik bir çok seslilik içinde sergilenir.

Buna karşılık bir kadının ve annenin kendini var etme savaşımına dayanan “Aliye” ya da seksen darbesi öncesi ile bugünün içiçe geçerek anlatıldığı “Çemberimde Gül Oya” dizilerinde olduğu gibi her ne kadar doğal ve gerçekçi bir akış içinde gelişiyorsa opera türünden uzaklaşıp daha çok roman türüne yaklaşır. Bu açıdan “sabun operası” tanımı daha çok yapay olaylara ve melodrama dayanan TV dizileri için geçerlidir.

Kimi dizilerde ise çok gerçekçi başlayan, bu açıdan da operanın kurgusundan çok uzak olan olaylar trajik bir aşk öyküsüne dönüştüğü anda yine opera türü ile benzerlikler taşır.

Apartman görevlisi bir kızın öyküsünün anlatıldığı “Adını Feriha Koydum” dizisi buna tipik bir örnek veriyor.Dizilerle opera arasındaki önemli bir fark da operanın komik opera değilse mutlaka trajik bir sonla noktalanmasıdır. Buna karşılık diziler de izleyiciyi rahatlatacak mutlu son önemlidir. Belki de bu açıdan dizilere sabun köpüğü operası deniyor.

Toplumsal olayların dışlanması ve sansür

Öte yandan opera ile TV dizileri arasındaki bir ortak nokta da büyük ve trajik çatışmaların hep karakterler arasındaki özel bir alanda gelişmesidir, bu bağlamda, bireyleri çatışmalara iten koşullar, yani toplumsal ve politik arka plan hiçbir zaman yeterince gösterilmez ya da çok sönük kalır. Bunun da nedeni büyük oranda dönemin kültür yaşamını belirleyenlere, yani operada aristokrasiye, TV dizilerinde ise bugünkü kültür endüstrisine bağlıdır. Yine de Batıda yapılan dizilerde, özellikle de polisiye dizilerinde devlet baskısı, devlet mafya bağlantısı vb. sorunlara geniş çapta yer veriliyor.

 

Toplumsal ve politik bağlantıları açığa çıkaran ya da yakın tarihimizde ya da bugün devlet şiddetini gösteren bir dizinin yaşama şansı olmadığını biliyoruz. Aynı şey bir dönem opera için de geçerliydi.Sözgelimi Mozart’in politik mesajları ile bir dönem ortalığı birbirine katan   ünlü operası “Figaro’nun Düğünü” Beaumarchais’nin Fransız Devriminden birkaç yıl önce kaleme aldığı “Figaro’nun Düğünü” adlı tiyatro oyununa dayanır. Bu oyunda hem sosyal çatışmalar, soyluların yani zenginlerin halkı ezmesi hem de kadınların hiçe sayılması gibi konular öyle çarpıcı bir biçimde gündeme gelir ki oyunun galasında çıkan olaylarda üç kişi ezilerek ölür, Kral 16.Louis oyunu yasaklar. Bu oyunun Fransız devrimini öngören devrimci niteliğinden sözedenNapoleon’a göre devrimin ilk tohumları Bastille hapishanesindeki baskından çok daha önce bu oyunun sahnelenmesi ile atılmıştı.

 

Sonraki yıllarda da Mozart’la librettoyu yazan Lorenzo daPonte’nin operayı liberalliği ile ünlü olan İmparator II.Josef’e kabul ettirmeleri bile kolay olmamış. Ponte “Figaro’nun Düğünü”nün sahnelenmesi için izin almak üzere İmparatorla görüşmesinde bu operada yönetenleri tedirgin edici hiç bir şey olmadığını vurguladığı gibi müziğin bütün sivrilikleri yumuşatan, güzelleştiren huzur verici ve rahatlatıcı etkisinden de söz ediyor. Böylece Ponte’nin ikna gücüyle “Figaro’nun Düğünü”   yıllar sonra ilk kez Viyana Burg Tiyatrosu’nda sahneye konuyor ama pek hoş karşılanmadığı için birkaç temsilden sonra kaldırılıyor.

 

Toplumsal olayların özel alana kilitlenmesi

 

Ondokuzuncu yüzyılda Verdi Shakespeare’in, Schiller’in yapıtlarından da yararlanarak operaya dayatılan bu dar sınırları kırmak istese bile tam başaramaz. Sözgelimi Verdi’nin Schiller’in “Don Carlos”unu ele almasının nedenini politik duruşuyla da açıklayabiliriz. (Nazan İpşiroğlu, Mozart ve Verdi’de İnsan, s.103). Ancak bu operada din baskısı, bireysel ve toplumsal özgürlük arayışı, halk isyanı gibi konular Schiller’de politik bir bütün içinde gösterilirken Verdi’de sadece bireysel çatışmalarla sınırlandırılarak özel alana hapsedilir..

Dizilerde de toplumsal ve politik konular benzer bir biçimde sınırlandırılıyor. Töre cinayetleri, çocuk gelin, zorla evlendirilme, kadına karşı şiddet gibi sorunların ele alındığı “Sıla” dizisinde dizinin baş kişileri Boran Ağa ve eşi Sıla feodal sisteme karşı tek başına mücadele ederler. Bu sistemi destekleyen güçler sadece bilgisizlik ve korkudur. Sistemin sürmesini sağlayan toplumsal ve politik etkenlere dizide hiç yer verilmez.

“Hatırla Sevgili” ya da “Bu Kalp Seni Unutur mu” gibi tarihsel arka planı göstermek iddiasında olan dizilerde bile politik bağlantıların yok sayıldığını gözlemliyoruz. Sözgelimi “Bu Kalp Seni Unutur mu”da   seksen darbesinden sonra Diyarbakır hapishanesindeki içler acısı durum gösterilirken politik bağlantılar çıkarılmadığı için işkence yapan komutan sadece kötü yürekli, sadist bir insan olarak gösteriliyor. Sonuçta bütün bu olaylara neden olan toplumsal sistem ya da politik olaylar değil insanın kötülüğüdür.

Aynı şekilde devlet mafya ilişkilerinin ve yargının adaletsizliğinin sorgulandığı “Kara Dayı” dizisinde yönetimdekileri insan yaşamını hiçe sayan bir bakan baba ve mafyavari ilişkiler içinde yapmadığı kötülük kalmayan Savcı Turgut simgeler. Her ikisi de öylesine acımasız ve kötüdürler ki, onların birer psikopat olduğunu düşünürüz. Bu tür insanların güç kazanmasını sağlayan sistemi sorgulamak aklımızın ucundan bile geçmez.

Kadınlar hapishanesinde geçen “Avlu”dizisinde devlet görevlileri hapisane müdürü, savcı gibi bürokratlar çok olumsuz gösterilirken yine katıksız “kötüler” olarak gündeme gelirler. Ama bu tür insanları besleyen sistem hiç sorgulanmaz.

Kötülüğün kaynağı operada olsun dizilerde olsun güç ve iktidar hırsının dışında çoğu kez bireyin içine düştüğü   sevgisizlik çıkmazıdır, karşılığı olmayan tek yönlü aşk, bir kalp kırıklığı acı çekenin içindeki hayal kırıklığını ve öfkeyi öyle bir harekete geçirir ki kötülükler zinciri birbirini izlemeye başlar.

Aslında son yıllarda sinemada da buna benzer bir eğilimi gözlemliyoruz. Toplumsal ya da politik olaylar sistematik bir biçimde dışlanarak bireyin iç ya da dış çatışmaları özel alana kilitleniyor.

Formun Üstü

Sonuçta Operada ve TV dizilerinde duyumbirliğini sağlayan özdeşleşebileceğimiz karakterlerdir. Bu özdeşleşmeyi tam olarak yaşayabilmemiz için duygu yoğunluğunu dağıtacak olan hiçbir şeye yer verilmez. Bu nedenle operada olduğu gibi TV dizilerinde de toplumsal ve politik olaylar sadece bireysel çatışmaların sınırları içinde gösterilir..

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.