Faşizme direnen kartpostallar…

0

Şöyle yazmıştı ilk karta ….Hitler, oğlumu öldürdü, sizin de oğullarınızı öldürecek”

 

Rengin Uz
info@dirensanat.com

Tiyatro Pera’nın sahnelediği, Alman yazar Hans Fallada’nın gerçek bir olaydan yola çıkarak yazdığı, Nesrin Kazankaya’nın çevirdiği ve uyarlayıp sahneye koyduğu ‘Herkes Tek Başına Ölür’ oyunu, sıradan insanın faşizmle imtihanını çarpıcı biçimde aktarıyor.

“Hem acıları hem de insan varlığının yüceliğini anlatan bir kitap: Namuslu kalmak ya da ölmek mi? Hayır, namuslu kalmak ve ölmek.”

1946 yılında yayımlanan, Hans Fallada’nın (1893-1947) ‘Herkes Tek Başına Ölür’ romanının tanıtım cümlesi böyledir. Yaşamı, genç yaşından beri uyuşturucunun etkisinde, hastane odalarında geçen Fallada, 899 sayfalık romanını, manik bir ruh haliyle dört haftada ve el yazısıyla yazar! Fallada’nın, basımını göremediği son kitabı, ölümünden 60 yıl sonra dünya çapında bir başarıya ulaşır. New York’tan Amsterdam’a, Londra’dan Tel Aviv’e geniş bir okuyucu kitlesiyle buluşur. Roman, yurt dışına iltica etmemiş bir yazar tarafından büyük bir cesaretle yazılmış ilk direniş romanı olma özelliğini de taşır.

Hans Fallada’ya bu ilhamı, Moskova’daki sürgünden ülkesine dönmüş olan mülteci şair Johannes R. Becher verir. O dönem, Doğu Almanya’nın kültür bakanı olan Becher, yazara, 1940 – 1942 yılları arasında antifaşist bir direniş gösteren Berlinli sıradan bir işçi karı kocanın (Elise ve Otto Hampel) gestapo kayıtlarını verir. Yazar, olayların özüne sadık kalarak her kurmaca romanda olduğu gibi hikayesinde bazı değişiklikler yapar. Öncelikle, gerçek isimler değişir. Gestapo kayıtlarında, Hampellerin Hitler yönetimine direnişlerini başlatan olayın, Elise Hampel’in erkek kardeşi Kurt’un ölümü olduğu yer almaktadır. Romanda, kardeş, oğul olur ki bence çok daha etkili. İşçi çiftin evini de Berlin’in tipik bir işçi semti olan Wedding’den Doğu Berlin’e taşır. Bu değişikliğin nedeni, Wedding’in 1945’ten sonra kentin batısında kalmasına, Doğu Berlin’in de Sovyetler Birliği yönetiminde olmasına bağlanır. Çünkü bu dönemde batı tarafında, Fallada’nın eski bir Nazi olduğu kuşkusu vardır!

‘Herkes Tek Başına Ölür’ birçok kez sinemaya uyarlandı, oyun olarak sahnelendi. Son olarak, Vincent Perez yönetmenliğinde, Emma Thompson, Brendan Gleeson ve Daniel Bruhl’lü kadrosuyla, 66. Berlin Film Festivali’nde ‘Alone in Berlin’ adıyla prömiyer yaptı. Ülkemizde ilk kez Tiyatro Pera tarafından sahneleniyor. Daha önce aynı yazarın, ‘Küçük Adam Ne Oldu Sana?’ oyununu izledim Çolpan İlhan-Sadri Alışık Tiyatrosu’nda. 1.Dünya Savaşı sonrasında, ekonomik krizin vurduğu sıradan insanların yaşam mücadelesi, özellikle Songül Öden’in parlak oyunculuğuyla aklımda yer etti.

 yeni mekana iddialı oyun

Tiyatro Pera, Taksim’deki yıkımdan ve kıyımdan nasibini aldığı için Sıraselviler’deki 16 yıllık yuvasından koparılmıştı. Geçen sezon Kenterlerde kiracı olan Pera, 2018-2019 tiyatro sezonunda yerleşik bir salona kavuştu. Hem tiyatronun, hem Pera Güzel Sanatlar Akademisi’nin yeni adresi, Şişli’deki Black Out. Salon yenilenmiş, çok güzel olmuş. Bu mekanın, zamanla tam da Kazankaya’nın istediği gibi bir kültür merkezine dönüşeceğinden eminim. Her zaman zoru başarmayı seven Nesrin Kazankaya, bu kez sınırlarını iyice zorlamış. Bir yandan yeni sahnenin hazırlıkları ile ilgilenirken bir yandan da Fallada’nın ‘Herkes Tek Başına Ölür’ romanını çevirip uyarlamış ve sahneye koymuş.

Nasıl yazar gerçek olaylara sadık kalarak kendi hikayesini yarattıysa, Nesrin Kazankaya da romanı sahneye taşırken kendi hikayesini yaratmış. Alman tarihinin bu en karanlık döneminde, Berlin’de oğullarını savaşta kaybedip Hitler faşizmine tek başlarına, el yazısıyla yazdıkları 200’den fazla kartpostalı dağıtarak savaş açan Quangeller ve diğer küçük insanların, yandaşların, direnişçilerin hikayesini 2 saate sığdırmak! Acıdan ve çaresizlikten doğan bu olağandışı direnişi, savaşın iyice yoksullaştırdığı sıradan insanın sefaletini, entrikasını, korkusunu, zaafını, kısacası çok karanlık ve ağır bir dönemi, bu koskoca kitabı, seyirciyi sıkmadan sahneye aktarabilmek, inanç, çok çalışma ve tiyatro tutkusu ister ki hepsi Nesrin Kazankaya da var. Yetkin bir dille çevirip, akıllıca uyarladığı- Her oyunda olduğu gibi Şafak Eruyar’ın değerli dramaturgi desteğiyle- oyunun rejisinde, sağlam kurduğu polisiye kurguyu ve heyecanı hep diri tutarak, tıpkı Quangel çiftinin direnişinde olduğu gibi komedi ve hüznün harmanlandığı naif bir dil yakalamış.

Olayların sürdüğü, üzerine korkunun, ihanetin, sefaletin sindiği, her türlü rezaletin olağan sayıldığı Berlin’in arka yüzünü başrollerden biri gibi kullanmış. Küçük insanın faşizmle imtihanının yaşandığı, kıyasıya bir kovalamacaya sahne olan, kartpostalların serpiştirildiği, caddeler, sokaklar, avlular, meyhaneler hep yanı başımızda, karşımızda. Oyun, İtalyan sahnede oynansaydı böylesine etkili olamazdı. Ayrıca, Nesrin Kazankaya’nın Nazi Çocuk Korosu’nu kullanması da, Hitler rejiminin, nasıl sistemli bir biçimde beyin yıkayarak örgütlendiğine vurgu yapması açısından çok iyi olmuş.

Aktif politikaya bulaşmadan, Hitler rejiminin dümen suyunda giderken, oğullarının ölümüyle tepkisiz sıradan vatandaştan, Hitler karşıtı sorumlu, direnen vatandaş sınıfına geçen, Fallada’nın romanına esin kaynağı olan kişilerden işçi Otto Quangel’i Murat Göksu oynuyor. Opera sanatçısı ve Nesrin Kazankaya’nın konservatuar arkadaşı. Acaba, kendi içindeki değişimi biz daha belirgin bir şekilde görse miydik diye düşündüğüm yerler oldu ama Murat Göksu, Otto Quangel’de gayet inandırıcıydı. Nazi partisi kadın kollarında çalışırken, yüreğine evlat acısı düşen Anna Quangel rolünde Nesrin Kazankaya’yı izliyoruz. O da kocası gibi, sıradan bir kadınken, Hitler’i devirmek için savaş veren korkusuz bir direnişçiye dönüşmüştür. Hangi ara zaman buldu da ezber yaptı, rolüne çalıştı! Karşımda duran kadın tam da Fallada’nın çizdiği kadındı.

Tek başına ama yalnız değil

 Oyunun asıl figürleri Quangeller olsa da en canlı ve renkli figürleri, gestapo komiseri Escherich ve tam bir üçkağıtçı serseri olan Enno Kluge. Berlin sokaklarına dağıtılmış 200’den fazla kartpostalı vatandaşlar korkudan ona getirdikleri için hepsini okumuş, suçlu olsun ya da olmasın

‘bir suçlu’ yaratmaya yemin etmiş, Nazi yandaşı, gestapo komiseri Escherich’i Onur Atilla canlandırıyor. Geçtiğimiz sezon ‘Onların Hikayesi’ oyununda Ermeni tiyatrocu rolünde çok sevdiğim Onur Atilla, başarısının rastlantısal olmadığını gösteriyor. Öfkesi, acımasızlığı, merakı, hıncı, yükselme ve başarma hırsı ile tepeden tırnağa bir gestapo komiseri duruyor karşımızda. Eschrerich’i çok iyi özümsemiş ve bunu hiç abartıya kaçmadan seyirciye geçirmeyi başarıyor. Hele, köprü üstünde Enno’yla son karşılaşmalarını oyunculuğuyla unutulmaz kılıyor. Zaten bu sahne, oyunun en çarpıcı sahnesi bana göre. Sadece gestapo komiserinde değil, kısacık Nazi yanlısı Baba Persicke rolünde de o kadar inandırıcı ki. Onur Atilla, Tiyatro Pera için büyük kazanç.

İşsiz güçsüz tam bir sokak serserisiyken ve dağıtılan kartpostallarla hiçbir ilgisi yokken, bir anda olayların kilit noktası haline gelen Enno Kluge’de Doğan Akdoğan, yüksek enerjisiyle rolüyle örtüşmüş. Zeynep Özden (Aynı zamanda oyunun yönetmen yardımcısı ve ışık tasarımcısı) Quangellerin gelini (ölen oğullarının nişanlısı) Trudel Baumann’da, Başak Meşe, Kluge’nin eski eşi postacı Eva Kluge’de, bir kez daha Tiyatro Pera’nın önemli dinamikleri olduklarını gösteriyorlar. Nazilere karşı, komünist grup oluşturarak direnen, sadece Onno’ya direnemeyen Hete Haeberle’de Dilşah Demir, Trudel’in kocası Karl Hergesell’de Mustafa Sevim ve Emil Barkhausen’de Oğuz İşçi de genç kadroyu oluşturuyor. Bütün bu oyuncular, aynı zamanda büyük küçük demeden SS subayı, işçi ve diğer rolleri üsteleniyorlar. Hitler çocuk korosuna, Pera Güzel Sanatlar Lisesi öğrencilerine de ayrıca bir alkış. Hitler Almanya’sı dönemini yansıtan kostümleriyle Fatma Öztürk, yalın, işlevsel dekor tasarımıyla Merve Yörük, ‘Herkes Tek Başına’ oyununun başarısına katkıda bulunan isimler.

İki saat boyunca nerdeyse kımıldamadan izledim, herkesin herkese ve kendine ihanet ettiği bu karanlık yılların hikayesini. Fallada’nın dediği gibi fare fille savaşsa da en küçük bir direniş eyleminin bile her zaman büyük anlamı var. Halk, Berlin sokaklarında bulduğu 200 kartpostalı korkudan, belki de hiç okumadan gestapoya teslim etmişti. 18 kartpostal hariç! Otto Quangel’in tutuklandıktan sonra söylediği “Herkes tek başına ölür ama bu yalnız olduğumuz anlamına gelmez” sözünü doğrularcasına…

Cehaletle, her türlü vasatlıkla savaştığımız şu günlerde, sayıları az da olsa, dünya ve ülke sorunlarına duyarlı tiyatro toplulukları, tiyatro insanları iyi ki var. Onlar da yalnız değiller; seyreden, dinleyen, anlayan, düşünen, değer bilen, alkışlayan bir seyirci kitlesi var. Yani umut hep var….Teşekkürler Nesrin Kazankaya.

Rengin Uz

www.dirensanat.com

info@dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.