MİRZA METİN VE BERFİN ZENDERİOĞLU İLE SÖYLEŞİ

RÖPORTAJ:SABİT DOĞAN

SABİT DOĞAN
SABİT DOĞAN

Şermola Performans, son yıllarda hazırladığı projelerle ve aldığı ödüllerle adını daha geniş kitlelere duyurdu. Oyunculuk ve sahneleme teknikleriyle, tiyatroda farklı bir dili ön plana çıkaran projeleriyle özellikle son mevsimde ‘Dil Oyunları” projesi kapsamında sahnelenen oyunlarla tiyatro dünyasında yankı yarattı ve konuşuldu.

Şermola Performans’ın iki kurucusu ve yazarı-yönetmeni-oyuncusu Mirza Metin ve Berfin Zenderlioğlu ile topluluklarının kuruluş öyküsünü, yaptıkları projeleri, çalışma yöntemleri ve yeni mevsimde tasarılarını konuştuk.

 

Şermola Perfomans’ın kuruluş öyküsünden başlayalım: Neler yapmak istediniz, nasıl bir yol izlediniz bugünlere gelmek için?

Mirza Metin: Grubu 2008 yılında Destar Tiyatro adıyla kurduk. Ardından Şermola Performans adını verdiğimiz sahneyi açtık. Bugüne kadar grupta çalışmış ya da kursiyerlik yapmış insanların emekleri ve bir çok eş-dostun desteğiyle kuruldu sahne. Bu yıldan itibaren (2016) ‘Destar Tiyatro’ adını kullanmayıp Şermola Performans adıyla devam edeceğiz çalışmalarımıza. Ben 1994 yılından beri İstanbul’daki Kürt tiyatrosu deneyiminin içindeyim. 1994 yılından beri tiyatronun neredeyse her alanıyla ilgili bir şeyler öğrenmeye ve öğrenirken üretmeye devam ediyorum. Mezopotamya Kültür Merkezi’ne bağlı Teatra Jiyana Nû ve devamında Seyr-i Mesel Tiyatrosu’nda eğitimler aldım ve oyunculuk yaptım. Berfin’le de teatral beraberliğimiz Seyr-i Mesel’de başladı. Kendi tiyatromuzu kurarken geçmiş deneyimlerimizi önümüze koyup tartışdık. Doğru, yanlış, fazla, eksik, hata neydi? Biz neyi, nasıl yapmak istiyorduk? Hayallerimiz vardı. Politik reflekslerimiz gelişkin, sanatsal reflekslerimiz zayıftı. Bunun üstesinden gelmeliydik. Daha fazla okumalı daha fazla çalışmalıydık. Kapalı bir yapıdan geliyorduk. Kendimizi dışarı açmalı, kendimizi aşmalıydık. Politik duyarlılıklarımız neredeyse çocukluğumuzdan beri var. Anadil, kültür ve kimlikle ilgili hassasiyetlerimiz ve mücadelemiz var. Acılarımız var. Sanat üretirken bu hassasiyetleri ve mücadeleyi nasıl sürdürmeliydik? Acılarımızı nasıl anlatmalıydık? Kendimi bildim bileli bu ülke Kürtler için bir kâbus oldu. Uzun uzun okumalar, tartışmalar yaptık. Bu soruların hepsi birer araştırma konusuydu bizim için. Kendimizi ifade etmeliydik. Benim şahsen bir şeyler yaratmaya, anlatmaya başlamazsam patlayacağım yıllardı 2006-2008 arası. Yazmaya başladığım ve ciddi anlamda yazmakla ilgili hayaller kurmaya başladığım yıllardır aynı zamanda. Sadece tiyatro yapmak istiyorduk.

Ama artık önceliğiniz ‘iyi tiyatro’ yapmaktı…

Mirza Metin: Evet, mesleğimizi ne kadar iyi yaparsak, ne kadar iyi tiyatro yaparsak hassasiyetlerimizi de o kadar iyi yaşatabiliriz. Bu tespiti yaparak yola çıktık. Önceliğimiz Kürtçe olmak üzere herhangi başka bir dilde de tiyatro yapabiliriz. Her şeyden önce yaptığımız şeye mesleki bir gözle bakmaya başladık.

Şermola Performans’ı kurduğunuzda seyirci ile ilgili herhangi bir endişe yaşadınız mı? İlginin yanı sıra tepkilerle karşılaşabileceğinizi düşündünüz mü? Bir seyirci kitlesi belirlediniz mi yoksa oyunu çıkaralım, iyi yaptıktan sonra mutlaka seyirci gelir mi dediniz?

Mirza Metin: Seyirciden şimdiye kadar olumsuz bir tepki görmedik. Bu yüzden bir tepkiyle karşılaşacağımızı da hiç düşünmedik. Bir endişemiz de yoktu seyirciden yana. Zaten ben tiyatroya başladığımdan beri seyirciye ulaşmak zordu ve bu zorluğu aşma yöntemleri deniyorduk sürekli, seyirci oluşturmaya çalışıyorduk. Bir seyirci kitlesi belirlemedik de. Ama hedefimiz seyircimizde gişe kültürü yaratmaktı. Çünkü yıllarca elden bilet satmıştık seyircimize. Bunu yapabildik. Ancak elden bilet satarak ulaştığımız seyircimizin küçük bir kısmını kaybettiğimizi söyleyebilirim. Bununla beraber yeni, 16-75 yaş arası değişik dil, din ve kültürlere sahip bir seyirci kitlemiz oluştu. Oyunlarımızda Türkçe ve İngilizce üst yazı kullanmaya başlamamız buna önemli bir katkı sundu.

Oyunlarınızı izlediğimde ilk defa tiyatro izlemeye gelen bir seyircinizin olduğunu gördüm. Bu açıdan da önemli bir katkınız var.

Mirza Metin: Çok sık olmasa da ilk defa tiyatro izlemeye gelen seyircimiz oluyor. Her gün oyun izleyen seyirci ile ilk defa oyun izleyen seyirci yanyana gelebiliyor bizim oyunlarımızda.

Berfin Zenderioğlu: Kürt tiyatrosunda kurumsallaşmak belli hedeflerimiz arasındaydı. Büyük bir ölçüde başardık ta bunu.  Sahne konusundaki önceki deneyimlerimiz oldukça kafa açıcı oldu. Sahneyi kurarken, kısmen de olsa problemli noktaları gidermeye çalıştık. Kendi seyircimizdeki tiyatro kültürüne dair sıkıntıları giderecek çözümler aradık. Aslında bu, bir çok tiyatronun yaşadığı problemler ama Kürt Tiyatrosu’nun Türkiye’deki serüvenine baktığımızda 25 yıllık gibi bir geçmişe tekabül ediyor. Seyircinin zamanında oyuna gelmesi, elden değil de gişeden bilet satın alması, öncesinden rezervasyon yaptırması, kemikleşmiş bir seyirci oluşması, bunların hepsi bizim için önemli kazanımlar oldu. Elbette ki Mirza’nın da belirttiği gibi ‘iyi tiyatro yapmak’ önceliğimiz arasında geliyor. Bunun yanı sıra kendi içimizdeki kapalı yapıyı biraz daha kırarak diğer tiyatrolar ile iletişim kurmak, ortak yaratım süreçlerine girmek ve geniş kitlelere ulaşmak ta öncelliklerimiz arasındaydı. En başından beri amacımız, hep “iyi” tiyatro yapmak oldu. Yaparken özgün tiatral dilimizi oluşturmak, kendi öz kaynaklarımızdan beslenmek hep daha motive edici oldu. Sadece politik olanla anılmak istemiyoruz, daha doğrusu bunun yaptığımız işin önüne geçmesini istemiyoruz. Zaten üretimlerimizin kendi içerisinde “politik” bir söylemi var. Seyirci oyunlarımıza sadece Kürtçe diye gelmiyor, duyuyor ve fısıltı biçiminde yayılan oyunlarımızı merak ettiği için takip ediyor. Bizim için ön yargıları kırmak ve bizden bi haber olan seyirciye ulaşmak seyirci profilini yaymamız açısından kıymetli.

Kendinize bir hedef kitle seçmiyor musunuz?

Berfin Zenderioğlu: Doğrusu bir hedef kitle belirlemediğimiz gibi bir hedef kitleye göre de oyun seçmiyoruz. Bizim böyle bir politikamız yok, ama turnelere gittiğimiz zaman az çok hangi oyunla nasıl bir reaksiyon alacağımızı biliyoruz. Oralara da o oyunları götürüyoruz. Bizim için dert edindiğimiz meseleleri seyirciyle paylaşmak ve aktarmak hafifleten bir olgu. Zamanla oturan bir yapı oluyor zaten, bunun için çok fazla muhasebe yapmaya gerek yok diye düşünüyorum. O zaman sizden beklenileni yapmak zorundaymışsınız gibi geliyor bana, sınırlar örmenin anlamı yok.

IMG_7654

Bugün geldiğiniz yerde  bir şeyler yapabildik, diyor musunuz? Ya da şunu da yapmak istiyorduk ama yapamadık dediğiniz şeyler var mı?

Mirza Metin: Sahne kurmak, işletmek belli zorunlulukları da beraberinde getiriyor. Sahneniz varsa dört ay altı ay prova yapamazsınız. Prova süreçleriniz en fazla iki ay olmalı ki o bile fazla. Oyunun sezona yetişmesi gerekiyordur. Seyirci sirkülasyonunu süreklileştirmek için daha fazla prodüksiyon yapmalısınızdır. Repertuarınız hem estetik arayışlarınızı ve ihtiyacı karşılamalı hem de kira-fatura vb. giderleri karşılamalıdır. Sözün kısası sonuca odaklı tiyatro yapmak durumunda kalıyorsunuz. Bir yandan da mutfağınızı diri tutmaya çalışıyorsunuz. Mutfak iyi, yoğun olacak ki sahneniz mutfağın içeriğini taşıyabilsin. Mutfağı görür seyirci. Tadından anlar oyunun. Bu açıdan ekipte daha çok benim hayalim ve eğilimim olan eğitim araştırma süreçlerinden prodüksiyon üretme, yaratım süreçlerini önceleyen çalışmalar yapma durumu gerçekliğini yitirdi diyebilirim. Bir yan öge kıvamında sürdürmeye çalışıyorum yine de bu eğilimimi. Bazı oyunculuk araştırmaları yapıyorum. Dengbêjler, çîrokbêjler gibi Kürt hikaye anlatıcılarının hikaye anlatma tekniklerini, ses-nefes kullanma tekniklerini, bunun yanında çobanların ses-nefes kullanma tekniklerini inceliyordum. Geleneksel danslar üzerinden hareket araştırması yapıyordum. Bu incelemeleri egzersizlere dönüştürüp önce kendim çalışıp, sonra oyunculara çalıştırıyordum. Zaman zaman bunlarla ilgili atölyeler yapıyorum hala. Bu teknikleri oyunlarda da kullanıyorum. Öz kültürü birer folklorik öge olarak kullanmak yerine onları parçalayıp oyuncular için bir araştırma ve keşif alanına dönüştürmeye çalışıyorum. Oyuncu merkezli tiyatro yapıyoruz ve bunların önemli olduğunu düşünüyorum. Örneğin “Gor” adlı oyunumda anlatı tekniklerini kullanmanın yanında anlatı mekânı olan “dîwanxane”yi de kullandım. Oyun bir mezarın içinde geçiyor. Mezarın içine divan kurdum. Ancak oyunculuk araştırmaları ciddi zaman ve disiplinli çalışma gerektirecek çalışmalardır. Böyle imkanlar her zaman olmuyor. Yaz aylarında vakit ayırabiliyorduk. Sezon içerisinde vakit bulmamız zordu. Bu nedenle çalışmalarım kesintiye uğradı.

Hayallerimizden birisi de bir ‘Tiyatro Çiftliği’ kurmaktı. Bir arazi satın alıp bahsettiğim eğitim, araştırma ve prodüksiyonları burada yapmak istiyorduk. Sonra Tiyatro Medresesi kuruldu. İyi ki de kuruldu. Belki bir gün bizim hayalimiz de gerçekleşir.

Bunlar dışında hedeflediğimiz, hayalini kurduğumuz bir çok şeyi gerçekleştirdik diyebilirim.  

Oyunculuk konusuna gelmişken, çalışma yöntemlerinizi sorsam…

Mirza Metin: Metni merkeze almıyoruz. Ama metin oyuncuda bir iz bırakıyor. Metni oyuncunun bir parçası oyuncuyu da metnin bir parçası haline getirip onları iç içe geçirmeye çalışıyorum. Anlatıcılığın kuralıdır: Hikâye senin bir parçan olmuyorsa onu iyi anlatamazsın. Bu denge sağlanana kadar çalışıyoruz. Yaşayarak Anlatma diye isimlendirdiğim bir hâl var. Biz bunu ilk perdelik oyunumuz olan Reşê Şevê’de keşfettik. Berfin oynuyordu, ben yönetiyordum ve beraber yazdık. Metin kurgusal hikayeyle Berfin’in bazı biyografik hikayelerinin birleşmesiyle ortaya çıktı. Orada oyuncuyla metnin nasıl iç içe geçtiğini gördüm. Metinle biyografik yakınlığı bulunmayan oyuncularla da bazı fiziksel egzersizler ekleyerek benzer bir sonuca ulaştım. Yaşayarak Anlatma hâli oyuncu ve seyirci arasında müthiş bir iletişim sağlıyor. O an orada oluyor her şey, o an orada olan şeyin önceden kurgulanmış olduğu hem sahne estetiği hem de oyunculuk üslubu açısından belli. Kime anlattığı biçin anlattığı belli.

Böyle bir yöntem uygulandığında seyirci de kendi çocukluğundan ya da yöresinden dinlediği hikâyelerin izlerini buluyor, diyebilir miyiz?

Sadece seyircinin reel aklıyla ilişki kurmuyoruz. Onun rüyaları, hayalleri ve metabolizmasıyla da ilişki kurmaya çalışıyoruz. Fiziksel bir ilişki de söz konusu yani. Oyuncu ve seyircinin yaşadığı evren değişiyor dolayısıyla. Oyun zaten böyle bir şey. Bizi başka bir evrenlere götürür.

İkinizde yönetmenlik yapıyorsunuz, oyuncularınızı seçerken ne gibi ölçütleriniz var? Mesela bir metne göre mi oyuncu seçiyorsunuz, yoksa elinizdeki kadroya göre mi?

Mirza Metin: Çok fazla Kürtçe bilen oyuncu yok zaten. Başından beri çekirdek bir kadromuz var. Elbette oyunu elimizdeki kadroya göre seçeceğiz diye yola çıkmıyoruz. Ama ben, sahnelemek istediğim Kürtçe metinlerimi çoğunlukla oyuncularıma göre yazıyorum.

Berfin Zenderlioğlu: Reşê Şevê’yi (Karabasan) çalışmaya başladığımız vakit, uygulanan yöntemler bir yönüyle bilinçaltımdakileri açığa çıkarttı. Sahne çalışmalarıyla da bu, oyunun ilerlemesini sağladı. Genel olarak dert edindiğimiz meseleleri, hayata dair yazmak istediklerimizi yazıp sonra daramaturjisini yapıp, bir takım temrinlerle oyuncunun yaratıcılığını kullanmasına olanak sağlıyoruz. Oyuncuları ve sahneyi tanıdığınız vakit neyi neye göre yapacağınızı az çok tahmin edebiliyorsunuz. Oyuncunun var olan potansiyelini zorlamak, her zaman daha yaratıcı bir süreci beraberinde getiriyor. Her iki taraf için hem sınırları zorlayıcı hem de daha verimli bir atmosfer sağlıyor.

IMG_7662 (1)

Kürtçe’de de ağız farklılığı var. Mesela Urfa’nın Kürtçesi ile Adıyaman’ın Kürtçesi birbirine yakın ama Erzurum’da konuşulan Kürtçe farklı oluyor. Az çok Kürtçe bilmeme rağmen anlamadığım birçok kelime oluyor. Oyuncularda bunu nasıl çözüyorsunuz?

Berfin Zenderlioğlu: Başından beri standart bir dili yakalamak gibi bir ısrarımız var. Zaman zaman oyuncularda da sözünü ettiğiniz durumlarla karşılaşıyoruz, bu kaçınılmaz bir şey, ama çözülemeyecek bir şey değil. Sizin de bahsettiğiniz gibi ağız farklılıkları var. Bu dilin zenginliğini de gösteriyor ayrıca. Sanatın diğer alanlarından çok uzak değiliz. Neticesinde Wagner’in de söylediği gibi “Tiyatro bütün sanat dallarının bileşkesidir. Bu alanla ilgili oldukça kafa açıcı çalışmalar var. Kürt edebiyatı son dönemlerde ciddi anlamda çok mesafe kat etti. Denemeler yazılıyor. Artık Shakespeare’i, Becket’i Moliere’i, Tennessee Williams’ı, Mark Rawenhill ve daha bir çok sanatçının tarihe damgasını vurmuş eserlerini Kürtçe’de de görebiliyorsunuz. Bu yazarlar ve çevirmenlerle kurduğumuz bir iletişim var, zorlandığımız zaman tartıştığımız, fikrini aldığımız dostlarımız var. Sadece tiyatro değil, diğer alanlarda da heyecan verici çalışmalar oluyor. T.S. Eliot’ın, James Joyce’un şiirlerini Kürtçe okuyabiliyorsunuz. Kürt edebiyatı yazarlık alanında bence belirli bir noktaya geldi. O nedenle bizim de ortak dertlerimizden biri daha öncede belirttiğim gibi standart dili oluşturabilmek. Bir oyun yaptığımız zaman elbette bunlar bizim için motive edici unsurlar. Oyunculardan biri Mardin’li, biri Bitlis’li, bir diğeri İstanbul’da doğmuş olabilir ama yine de birbirlerini anlıyorlar. Bu ön yargı, dil fobisi olanların ortaya atmış oldukları “birbirlerini anlamıyorlar” savsatasından başka da bir şey değil. Kısacası sahnelediğimiz oyunlarda dil konusu özen gösterdiğimiz bir alan.

Mirza Metin: Dil konusuna çok özen gösteriyoruz. Nihayetinde seyirci ile sahnede bir ilişki kurmak mecburiyetindeyiz. Daha baştan seyirciyi hiç anlamayacağı bir dille karşılaştırmak onu tiyatrodan uzaklaştırır. Seyirciye kendinden, kendisine yakın, yabancı olmayan bir dille yaklaşmalıyız diye düşünüyorum. Böylece onun seyirci olarak hayatını sürdürmesine olanak sağlamalıyız. Süreklilik sağlanması açısından bu önemli.

Kullandığınız üst yazı anlaşılma sorununu çözüyor aslında. Özellikle amacımız Kürtçeyi dili ön plana çıkaralım, üst yazı vermeyelim, bizim dilimizi bilen gelsin bilmeyen de öğrensin gibi bir amaç güttünüz mü? Önceliğiniz Kürtçe dilini mi öne çıkarmak yoksa tiyatro mu?

Mirza Metin: Önce iyi oyun, iyi tiyatro.

Berfin Zenderlioğlu: İlk oyunlarımızda üst yazı kullanmıyorduk. Bu durumda seyirci konusunda kısır bir döngü yaşayabiliyorsunuz ve kendi tiyatro dünyanıza hapis oluyorsunuz. Oyunlarımıza gelen farklı kimliğe sahip seyirci “tamam konsepti anlıyoruz ama biz de dili anlayan seyircilerin güldüğü yerde gülmek ve tam olarak ne anlattığınızı bilmek istiyoruz” diyorlardı. Tiyatroda nasıl anlattığınız ve aktardığınız önemli tabii, göstergeler sadece bir yere kadar yeterli olabiliyor. O noktada “dil”in iletişimi nasıl da kolaylaştırdığını görebiliyorsunuz. Aslında seyircimizin ısrarı, bizi böyle bir arayışa itti ve sonrasında da diğer Kürtçe tiyatro yapan gruplar içinde bu model oldu diyebilirim.

Mirza Metin: Yani aslında seyirciden talep geldi. “Üst yazı kullanın da biz de anlayalım” dediler.

 

Bu mevsim izlediğimiz ‘Dil Oyunları’ projesine gelelim: Bu projeyi nasıl hazırladınız, hangi fikirden yola çıkıp, nasıl yol aldınız?

Mirza Metin: Bundan üç yıl önce Galiçyalı yazar Sechu Sende’nin ‘Rüyalarımda Bile Dilimi Kaybetmeyeceğim’ kitabını okudum. İçindeki öykülerden çok etkilendim. Yazar Galiçya’nca ile ilgili çalışmalar yapmış. Ana dillerinin günlük hayatta, kamusal alanda vs. kullanılması için bir grup aydın arkadaşı ile birlikte çalışmalar yapmış. Daha sonra ‘ana dil’ temalı bu öyküleri yazmış. Kitapta çok ilginç absürt öyküler de, gerçek hayattan esinlenmiş öyküler de var. Önce kendim bir uyarlama yapmak istedim, elimdeki projelerden dolayı bir türlü fırsat bulup odaklanamadım metne. Sonra farklı yazarlarla görüşüp bu öykülerden esinlenip bir şeyler yazabilir misiniz diye sordum. Uyarlama da olabilir, esinlenme de olabilir dedim. Dört yazar kabul ettiler. Bunlar yeni kuşak yazarlardı. (Fatma Onat, Ahmet Sami Özbudak, Pelin Temur ve Derem Çıray) Daha sonra deneyimli yönetmenlerle görüştüm. (Ayşenil Şamlıoğlu, Aslı Öngören, Mehmet Atak ve Orhan Alkaya) Onlar da kabul etti. Bu prodüksiyonlardan üçü gerçekleşti, biri kaldı. İstanbul’da yaşıyoruz. Dört milyon Kürt var İstanbul’da. 2-3 tane Kürtçe oyun yapan tiyatro var.16 milyonluk bir şehirde dört milyon Kürde bu devlet imkân sunmuyor. Kürtçe tiyatroyu kendi kamusal alanına taşımıyor, vatandaşı ile bir ilişki kurmuyor. Devletin de derdi olmalı bu dilde tiyatro yapılmasına olanak sağlamak. Ben de bu düşünceden yola çıkıp, “tiyatro dünyasında iş yapan, yazan, çizen, oynayan insanlar, bu ‘ana dil meselesine nasıl bakıyorlar”ı gündeme taşımak istedim. Kendi yarattığımız zeminde farklı bakış açıları olabilir dedik. Aslında yazarlar da kendi bakış açılarını getirdiler, yönetmenler de. Bu meseleler sadece bizim derdimiz olmamalı. Kürtçe tiyatro yapmak neden sadece bizim derdimiz olsun?

Süreç nasıl işledi… Sahnelenmeden önce oyunlar üzerine tartıştınız mı, bir ön çalışma yaptınız mı?

Mirza Metin: Yazarlara Sechu Sende’nin kitabını verdim. Onlar da genellikle öykülerden esinlenerek yeni oyunlar yazdılar. Yazarlarla yönetmenler arasında iletişim sağladık. Onlar geliştirdiler, o kısma çok karışmadık.

Metinlere bir değişim oldu mu? Sahneleme yaparken de metinler değişti mi?

Mirza Metin: ‘Merhaba’ oyunu dışında metinlerin uzatılması ya da bazı bölümlerin atılması dışında büyük değişiklikler olmadı

Bu proje devam edecek mi?

Mirza Metin: Projenin bir oyunu kaldı. Derem Çıray yazdı. Orhan Alkaya yönetecekti ama bizim sahnede çıkan zorluklar ve Orhan Alkaya’nın yoğunluğundan dolayı provalar yürümedi. Bu projeyi olanaklarımız elverdiği ölçüde yapmayı düşünüyoruz.

Bu projelerden iyi sonuç aldığınızı düşünüyor musunuz?

Berfin Zenderlioğlu: Öğrendiğimiz ve deneyimlediğimiz bir çok şey oldu bu dönemde. İki güzel kadın yönetmen tanıdım. Ayşenil Şamlıoğlu ve Aslı Öngören. Grubu kurarken kendi özgün metinlerimizi oluşturmak bizim için olmazsa olmazımızdı. Kürtçe tiyatro da bir çok halkın tiyatrosunu oluştururken yaşadığı sıkıntıları yaşıyor, yaşayacak ta. Özgün textlerimiz çok sınırlı, oyun yazarlarımız çok az, süreklilik çok yok. Yaşını başını almış yönetmenlerimiz maalesef henüz yok. Bir taraftan da yetişen genç bir kuşak var. İyi isimler de çıkıyor artık. Bunun yanı sıra kötü işlerde oluyor tabi ki. Ama zaman her şeyi süzgeçten geçirecektir. Bu süreci geçirmek bir taraftan çok doğal bir taraftan da zorlayıcı. Oyun yazarlığı alanını zorlamak ve deneyimlemek gerekiyor. Bunun koşullarını yaratacak olanakları sağlamak gerekiyor. Bazen koşullar sizi başka yerlere götürüyor. Bir çok grup yabancı metinlerden çeviri oyunlar sahneliyor ya da doğaçlamalar sonucu oyunlar çıkarıyor. Biz de bir dönem doğaçlamalar sonucu oyunlar yaptık. Ama şimdi, oyunculuk serüvenimizle birlikte oyun yazarlığı ve yönetmenliği, deneyimlemeye çalıştık.  Oradan beslenerek metinlerimizi oluşturmaya çalıştık. Bu uzun bir zaman böyle gitti. Bu proje ile birlikte başka değişim yaşadık.  Tiyatrocu büyüklerimizle ve genç kuşak yazarlarla bu manada iletişim kurmak, tiyatromuzun yeni bir ivme kazanması açısından önemliydi. Onların deneyimlerinden  yararlanmak onlarla o atmosferi solumak kendi adıma çok kıymetliydi ve zevkliydi. Bize bir çok şey kattı. Onlar açısından da bir farklı bir tecrübe olmuştur, diye düşünüyorum.

Mirza Metin: Geçişkenlik oldu. Türkçe tiyatro yapanlar bizim zeminimizde bir oyun yaptılar. Aslı Öngören gibi, Ayşenil Şamlıoğlu gibi yönetmenlerin yönetmenliğine tanık olmuş olduk. Yeni insanlarla tanıştık. Başka oyuncular, yazarlar ve yönetmenlerle, farklı insanlarla çalışmanın ne demek olduğunu görmüş olduk. Çünkü biz uzun zamandır kendi ekibimizle iş yapıyorduk. Herkes herkesi bilir. Öyle çalışıyorduk. Farklı bir mecraya açılınca bazı şeyleri bilmediğimizi yeni şeyler öğrendiğimizi farkettik. Bu bağlamda deneyimlerimizi artırdık.

IMG_7669

 

Son oyun ‘Dil Kuşu’nda Tülin Özen’in oyunculuğu çok dikkat çekti. Ben, oyunun Kürtçe olacağını sanıyordum, fakat Türkçe oynandı. Burada Kürtçe’nin sorunları öne çıkarılabilirdi…

Mirza Metin: Daha önce söylediğim gibi tercihleri yazarlara bıraktık. İki dille, üç dille de yazabilirlerdi. Yazarların tercihini yönetmenler yorumlayacaktı. Orhan Alkaya provalara başladığında metni Kürtçe, Türkçe ve İngilizce olarak sahnelemek istedi. Hatta provalara öyle başlandı, metin Türkçe yazılmıştı. Kürtçe ve İngilizce konuşulacak bölümler çevrildi. O yönetmenin tercihi ile ilgili bir şey. Biz o süreçlere çok müdahil olmadık. Herkes kendi özgür alanında hayal kurduğu şekilde üretsin istedik. Çünkü bu işlerin hiçbir maddi karşılığı yok. En azından insanlar kendi arzuları ve kendi hayal dünyaları ile orada var olsunlar. Ki mutlu olsunlar. Sonuçta kötü bir iş çıksa bile mutlu olarak ayrılalım.

IMG_7665
BERFİN ZENDERİOĞLU

Berfin Zenderlioğlu: ‘Dil Kuşu’nun Türkçe oynanması çok daha önemli. Oyunda ana dilini kaybeden ve onun peşine düşen genç bir kızın hikâyesi masal tadında kurulan bir dünyayla anlatılıyor. Rüyasından gördüğü nenesinin, dilini aramaya çıkıyor Nûjîn. O anlamda mantıklı bir çerçeveye oturtabiliyorsunuz. Kürtçe olsaydı bambaşka bir şey olurdu. Asıl dert ana dili görünür kılmaktı. Bu açıdan oyuncu için de, ekip için de farklı bir deneyim. Onlar da bilmedikleri bir dilin dünyasına giriyorlar, tınılarına şahit oluyorlar. Bir çeşit dil meymanlığı yapıyorsunuz. Bu oyunda da dili bilmeyen Tülin Özen, Kürtçe cümleler kullanıyor ve bana göre layıkıyla da yerine getiriyor.

 

Şermola Performans’ın bugün geldiği noktada neler düşünüyorsunuz?

Mirza Metin: Güzel işler yaptık. Kötü işler de yaptık. Çok şey öğrendik. Öğrenmeye devam da edeceğiz. Çok insan tanıdık. Çok yorulduk. Yorulmaya devam da edeceğiz. Şermola’nın geldiği noktadan çok ülkenin geldiği noktaya bakmak lazım aslında. Bu ülke tiyatrocularını taşıyamıyor. Aksine onları itiyor. Bu hükümet giderek alanımızı daraltıyor. Bütün tiyatrolar ve diğer sanat disiplinleri için geçerli bu. Bütün ötekilerin yaşama alanı daraltılıyor. Farklı inanç gruplarının, farklı kimliklerin, farklı düşüncelerin alanı daraltılıyor. Şermola olarak iyi bir noktada olduğumuzu düşünüyorum. Ancak ülke bu haldeyken daha ileri bir nokta düşünemiyorum.

Seyirci açısından baktığımızda şöyle bir çelişki yok mu: Seyirci derdinin anlatılmasını, sanatçıların onlara rehberlik yapıp tercüman olmalarını istiyor. Ama ona bu desteği veren tiyatro kapandığı zaman ya da maddi zorluklarla karşılaştığı zaman,  “bu benim tiyatrom buna sahip çıkmalıyım” demiyor. Böyle bir birlikteliği sağlama adına ne yapılabilir?

Mirza Metin: Biz seyirci ile ilişkilerimizi sosyal medya üzerinden değerlendiriyoruz galiba. Seyirciyi bize sahip çıkan bir pozisyona da hemen getiremeyiz, zaman içinde ilmik ilmik örmemiz lazım. Seyirciye ne verdik ki bize sahip çıksın? Biraz kendimize bakmalıyız sanırım.

Şermola Performans sahnesini kapattınız. Gelecek mevsim ne yapmayı düşünüyorsunuz?

IMG_7652
MİRZA METİN

Mirza Metin: Mekânla birlikte kurumsallaşma sürecimiz önemli bir ivme kazandı. Daha profesyonel çalışmaya başladık. Çalışmalarımız, provalarımız daha disipline oldu. Gösterimler bir düzene girdi. Oyun sayısı arttı. Bir repertuar oluşturduk. Çok disiplinli bir üretime başladık. Tempo, kondüsyon kazandık. Bu anlamda işlevini büyük oranda tamamladı. Yazdığım metinler sahnenin fiziksel olanaklarına göre şekilleniyordu. Mekân bir süre sonra dar, yetersiz gelmeye başladı.  Bu bir taraftan iyi bir şey. Dar mekânda yaratıcılığınızı sınıyor. Kafa patlatıyorsunuz engelleri nasıl çözerim, onları nasıl avantaja çeviririm diye. Ama bir yandan da artık kendimizi tekrar eden bir sürece doğru gidiyorduk sanırım. Bu süreci değiştirip kendimizi tekrar etmekten çıkmak, başka alanlarda, başka mecralarda, başka sahnelerde devam etmek istedik. Bu kurumsallık meselesini de artık mekânla sınırlandırılmış bir şekilde düşünmek istemiyoruz. Kurumsallığı yaratan tek şey mekân değil. Başka değişik sahnelerde hatta tiyatro oynanmayan yerlerde bile oyunlar sahnelemeyi düşünebiliriz… Sonuçta bir ofis tutacak, basınla, seyirci ile ilişkilerimizi öyle yöneteceğiz. Süreklilik devam edecek. Karşıda da, Avrupa yakasında da belirli sahnelerde oynayacağız.

SABİT DOĞAN

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.