Kor zamanlar, kor zaman. Zaman kor olur mu? Kor olur mu zaman?… Kor var. Zaman var mı?… Zaman yok. Zaman insanın uydurması, uygun düşürmesi; icadı. Yaşam birimi. Kor var. Kor evrende de var; uzun, upuzun zamandır var. 13 milyar 7 yüz milyon ışık yılından beri. Evren hep ateşle birlikte iç içe doğuyor, oluşuyor, başkalaşıyor, değişiyor, dönüşüyor, bitiyor, ölüyor; yeniden döngü başlıyor bir başka evrede.
Yaşamak, yok olmak.
Anımsar mısınız?…
Eski bir evin penceresi iri bir göze benziyordu. Oradan “kanatlanıp uçmuştuk“kuşları geride bırakaraktan aynı evrendeki galaksiler, gökadaları gibi. Öyle değil mi, değil mi öyle?…
Çocukluğumuzun bembeyaz rüyaları gibi, sonsuz gökyüzünde rengârenk bulutlar gibi uçuşuyordu anılarımız. “Kanatlanıp uçmuştuk“ “ Kuşlar geride kalmıştı “ “Gölgeleri geride…”.
Ya biz. İnsan nerede?…
Anlamsız boşlukta “Su damlası gibi bir kızdan söz…”ediyorduk. “Boşluğun anlamsızlığı sevmediğinden…” dem vuruyorduk. “… kızgın bir demir…” ve “…sessizlik…”, “saydam bir ışık”; o konuşuyor. O sana, insana “ol” “derken”. “Yankı değil, ses ol” derken.
O zaman “boşluk” “anlam” mı kazanıyor, anlam mı oluyor?
Bak, bak, bak…
Muazzam bir boşluk, kıyıları yok, sonsuz bir deniz gibi; krem-beyaz renkte. Adam asılı olmayan tabloları seyrediyor, izlemiyor. Dolaşıyor, dolaşmıyor; havada asılı kalıyor. Yerde sonsuz küçüklükte bir nokta üzerinde duruyor; o da krem-beyaz. Görüyor, görmüyor; kör nokta. İşte biz. Kavramsal mekânın anlamlı anlamsızlığı; anlamsız anlamı.
Boş bellek. Anı yok.
“Yalnız ve Tenha”. Ne ki o?… “Varlığı düşünsel bir başkaldırı olarak tanımlayan / “Yarasan ehli kalıyor aklımda / Serencamı kutsal kitap belleyen / Kakailer yani.” Zamanlar zor. “Biz onu tanrılarla insanlar arasında arabulucu eyledik” demişti biri / Bunların söylendiği yerde Tanrı girdaplarla dolu korkunç bir boşluğa benziyordu. Bize bakan boşluğa, söyleyemediğimiz her şeye…” / “Özgürleşmek için ölümünü beklediğimiz zamanlardı. / Kendimizi tanıdıkça içimizdeki uçurumların bilincine varıyorduk.”
Tanrı neydi, kimdi?…
Tanrı hiçbir şeydi, her bir şeydi. Tanrı hiç kimseydi: Vicdandı. Vicdan mıydı? Tanrı evreni oluşturan tüm güçler birliği, kuvvetler birliği, kudretler birliğidir. O da bir Tek’i oluşturur. Tanrı en büyük düşünen, en büyük tasarlayan, en büyük mimar, en büyük inşacı, en büyük bilgin, en büyük tüm sanatları yaratan sanatçı, en büyük estetikçi; en büyük yaratandır her şeyi. “O” bir Eflâtun (Platon)’un “İdea”sı mı?… Kim bilir?…
Özgürleşmek!… Girdapları benliğimizde bulmak, yok etmek. “Boşluğu” benliğimizde bulmak, var etmek. Uçurumlar, kendimizi tanımak; olası mı?… Bilincine varmak;neyin?…Niçin?… “Acı ….doğanın bir parçası, beden ise yaşamın simgesiydi…” bir zamanlar. “Tanrı dünyayı yaratmadan önce ne yapıyordu?” diye sormayınız. Saçmadır.”
Tanrı dünyayı yaratmadan önce kendini yaratıyordu. Kendini tanıyordu. Kendini biliyordu. Kendi kendisiydi. “Ol” dedi. Her şey oldu: Olma – değişme – başkalaşma – yok olma diyalektiği. Evrensel yasa ve biz ve her şey ve hiçbir şey. Kader, bu kader değil mi? Alnımıza mı yazılmış?
Ölüm.
Canlılık.
Ölüm, somutun soyut hali, soyutun somut halidir.
Ölüm ve canlılık, somut ve soyut hal, soyut ve somut hal birbirlerini içererekten özdeştirler. Özdeş oldukları için içerirler. Bir başka evrede dönüşümü, başkalaşımı gerçekleştirirler hazırlayaraktan. Bu ölüm ve canlılık, somut ve soyut, yaşam ve yok oluş diyalektiğidir. Fizik ve metafizik (fizik ötesi) diyalektiğidir.
“Ezeli ve ebedi olan zamanın dünya ile birlikte yaratıldığını söylüyordu biri. Birlikte sonsuza akan iki kavram gibiydik: Doğa ve Tanrı gibi. Ama hangimiz hangisiydik?”.
Orada “Yalnızlık ve Tenha”.
“Yaşam bazen sınırsız evrene benzeyen…” karanlıkta “ Karanlık gibi ışığın fazlalığı da …”bizi “…yoruyordu.”.
“Tanrı, insanın kendisine ulaşması için kat ettiği / Uzun bir yola benziyordu.” “Kendini bil …”(1); bir tapınaktır. Tanrı benliğimin içindedir.
Evren her zaman her an her yerde tüm ögeleriyle, tüm edimleriyle süreç içinde var olmakta, yok olmaktadır; dedi İlâh. İnsan her şeyin ölçüsü değildir. Tanrı evrenin içindedir, ötesindedir. Evren canlıdır, evrendeki her bir şey canlıdır. Cansız hiçbir şey yoktur. Sonsuz da canlıdır. Ölüm de canlıdır dedi İlâh,“ Yalnız ve Tenha “ zamanlarda.
Bir “Derin Sessizlik” aldı silikleştirdi “Harfler ve Sözler”i. Aynı “ Köpüklü dalgaların kayaları aşındırdığı zamanlar…”da olduğu gibi.
Karlı dağların üstünden denizlere doğru yükselen sonsuzlukta keskin vadilerin içinde uçuşan rengârenk kelebeklerin arasından sessizliğin sesi boşluğa doğru haykırdı: Celâl İnal, Celâl İnal, Celâl İnal. Yankılar gecikmeden geri döndü: “Kor Zamanlar”, “Yalnız ve Tenha”, “Derin Sessizlik”, “Harfler ve Sözler”. Şiir, şiir, şiir, şair, şair, şair…
Bir ihtiyar adamın kader defterinden dökülen ışığın dalga boyundaki ezgileri…
Dedi Derûn-î ibn Derûn-î.
Ankyra, lülyE, 4202.
Prof.Dr. Şahin Yenişehirlioğlu.
- Hz.Süleyman’ın mesellerinden biri Tevrat mukaddes kitabında.
Not. Tırnak içindeki sözcükler ve tümceler genelde değerli şair Celâl İnal’ın şiirlerinden seçilmiştir. Şiir kitapları “Kor Zamanlar, Yalnız ve Tenha, Derin Sessizlik, Harfler ve Sözler”. Birkaç kavramdaki tırnak işaretleri bana aittir.