Van Gogh’un ünlü tablosu ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ı çoğumuz biliriz  Sanatçının son eseri olduğu öne sürülen bu resimde buğday tarlasının sarı aydınlığı ve bir anafor yaratan kargaların kasvetli havası tam bir tezat oluşturur. Kargalar sanki buğdaylarda yansıyan o parlak sarı ışığını engellemek ister gibidir… Fırtına vardır, başaklar eğilir ama fırtına dinip kargalar gittiğinde başaklar yine dirilecektir, bunu hissederiz…

Güneşi örtmek için kaç karga gerekir

HAMİ ÇAĞDAŞ
info@dirensanat.com

Van Gogh’un ünlü tablosu ‘Buğday Tarlası ve Kargalar’ı çoğumuz biliriz  Sanatçının son eseri olduğu öne sürülen bu resimde buğday tarlasının sarı aydınlığı ve bir anafor yaratan kargaların kasvetli havası tam bir tezat oluşturur. Kargalar sanki buğdaylarda yansıyan o parlak sarı ışığını engellemek ister gibidir… Fırtına vardır, başaklar eğilir ama fırtına dinip kargalar gittiğinde başaklar yine dirilecektir, bunu hissederiz…

Tiyatro mevsimi zengin bir oyun çeşitliliğiyle başladı. Bugüne kadar oyun seçimleriyle olduğu kadar sahnelemeleriyle de tiyatro severleri hayal kırıklığına uğratmayan D22 yine her yönüyle mevsimin en iyileri arasına katılabilecek bir oyunla seyirci karşısında: ‘Hakikat, Elbet Bir Gün’… Berkay Ateş’in yazdığı ve geçen yıl tiyatro dalında düzenlenen Cevdet Kudret Edebiyat Ödülleri’nde Birincilik Ödülü’ne değer bulunan oyunu sözünü ettiğim parlak ışıklarla karanlıklar arasındaki bitmeyen mücadelenin öyküsü… Oyun tüm oyuncuların sahneye gelip bir intihar mektubuna göz atmalarıyla başlayıp bu mektubun oyun boyunca okunması ve olaylar dizisinin canlandırılmasıyla sürüyor. Sahnede bize çok tanıdık bir dünya kuruluyor: Umutsuzluk içinde intihar eden bir öğretmen, kargaların ve bir ayının takip ettiği ‘sarılı bir çocuğun’ ölümü, ayçiçeklerinin, prenses balığının öyküsü, her şeye tanık olan bir salkım söğüt, bir aşk öyküsü, sevgilisinin şiirini herkesten saklayan bir kız, muhbir vatandaşlar, olup bitenleri görmemekte ısrar eden medya…. Bildiğimiz, tanık olduğumuz onlarca olaydan seçmeler… Bütün bu küçük öyküler, şarkılar ve danslarla sanki birbirine iliştiriliyor…

Berkay Ateş, tiyatronun aynı zamanda bir edebi tür olduğunu kanıtlıyor bize, metin bir şiir gibi akıp gidiyor, imgeler, eğretilemeler ve akıcı, tertemiz bir dil. Parçalı yapısına karşın, seyirci bir an bile oyundan kopmadan, saatine, telefonuna bakmadan kapılıp gidiyor. Yalnız konunun çarpıcılığı, çekiciliğiyle açıklanabilir bir durum değil bu, güzel ve şiirsel bir dilin cazibesinin sonucu. Berkay Ateş, sarı ışık, güneş, ayçiçekleriyle aydınlık ve umut ile kargaların yaşattığı kasvetin karşıtlığını başarıyla kullanıyor ve dünyaya bir çağrı yapıyor: Ayçiçeklerine kıymayınız, sarı giyen, salkım söğütlerin altında sevgilileriyle buluşan sarılı çocuklara, o çocuklara ışık götüren öğretmenlere, denizin en dibinde yaşayan prenses balıklarına da…

Elbette oyunun yönetmeni Serkan Salihoğlu ile dramaturgu Aslı Ceren Bozatlı’nın sahnelemedeki başarısının da oyunun büyük bir ilgiyle izlenmesinde ve iletisinin anlaşılmasında önemli katkısı var. Erdem Doğan’ın müzikleri, İlayda Çeşmecioğlu’nun maskları, Gizem Erdem’in dans düzeni oyuna önemli katkılarda bulunuyor. Bütün bunları biraraya getirip, büyük bir orkestrayı yönetir gibi aksamadan, adımlarda, seslerde sürçmeden bir oyun ortaya koymak hem de farklı sahnelerde seyirci karşısına taşımak önemli bir başarı.

Oyunculuklara gelince;  yazar Berkay Ateş’i ilk sıraya yerleştirmek şart, özellikle ‘prenses balığının öyküsü’nde bir virtüözite yaratıyor. Daha önce ‘İstila’da izlediğimiz Seda Türkmen’in ‘mek parmak’ öne çıktığını söyleyebilirim. Gizem Erdem dansçılığının bütün olumlu yönlerini kullanarak sahneyi doldurmayı başarıyor. İkisinin birlikte oldukları sahneler deki uyum harikaydı. Daha okul sıralarından Berkay Ateş ile arkadaş olan Emir Çubukçu ile Can Kulan D22’nin harcını da birlikte karmışlardı. Ancak ilk kez burada aynı sahnedeler. Sanrım bu örnek uyumun nedeni de aynı dili konuşmaları. Emir Çubukçu’nun da ‘anne’yi canlandırırken mimikleri ve sesindeki tonlama kimi olayların tanığı olmuş seyircileri alıp başka diyarlara, başka zamanlara götürdü.

‘Hakikat, Elbet Bir Gün’ü bir distopya olarak tanıtılıyor broşürde. Oyun bitip seyirciler büyük bir coşkuyla alkışladıklarında hepsinin gözlerinde o bildik ışık vardı. İyi ki tiyatro var, iyi ki böyle yazarlar, sanatçılar var. Onlar sayesinde unutmuyoruz ve ümitliyiz.

Son olarak, bu oyuna ödül vererek tiyatromuza sağlam bir eser kazandıran, yaratıcılarını teşvik eden ‘Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü’nün Seçici Kurul üyelerine teşekkür borçlu olduğumuzu eklemeliyim.

Hami Çağdaş

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.