Büyüleyici terapi ayinleri gibiydi Pink Floyd dinlemek. Konserleri performatif sanatın emprovize icrasıydı. Enstrümanlarına hakimiyetleri, caz ve blues alt yapılarının verdiği zenginlik, ışık ve renk efektleri ile sahnedeki performanslar seyirciyi de etkinleştiriyordu.

 

Pink Floyd, sınırları zorlama isteğiyle deneysel yoldan ileri gitme arasında mücadele veriyordu. Şarkılarının ana eksenleri, modern dünyanın sınırları muhafazakar –  neoliberal ideolojiyle çizilmiş insan yaşamıyla ilgili derin temalardı. Toplumsal baskının insanı bir yöne ya da bir diğerine yönlendirmesine; deliliğin, açgözlülüğün, ölümün, yabancılaşmanın psişedeki tahribatına; savaşın vahşetine, tüm bunlarla kurulabilecek empatiye; modern endüstriyel tüketim toplumunda yaşayan bireyin iç sıkıntıları da dahil insana musallat olan her acıya dair söz söylediler. Sözlerini samimi bir duyumsamayla, umarsızlığın acısını yaşamış olmanın diliyle söylediklerinden, milyonlar Pink Floyd’ ta, mahrem gizlerinin ikrarını buldular.

Sisteme en ağır eleştirileri, kapitalizmin kalbinde, dar ve yavan tekrarlara dayalı politik – protest sığlığa düşmeden; bireyin umarsızlığına, tükenmişliğine, tiranların hegemonyasına, sistem tarafından öğütülüyor olma duygusunun açmazları karşısındaki aczine radikal bir karşı çıkıştı onların şarkıları… Bu karşı çıkışı, kendi sanatlarının siyasetini üreterek, varoluşlarının ana sorunsalı boyutuna taşıdılar. Her Pink Floyd konseri, hangi coğrafyada olursa olsun tiranlara isyanın deklarasyonu gibiydi.

Kırk yıllık Pink Floyd  dinleme, izleme ve okumalarımın sorucunda şöyle bir yargıya vardığımı söyleyebilirim: Bir insan eğer Pink Floyd’ u anlayarak dinliyorsa, o andan itibaren artık zihinsel ve ruhsal bakımdan, topluluğun müziklerini dinlemediği zamanlardaki halinden yeni bir birey oluşa evrilme sürecine girmiş demektir. Bu kişi felsefeye, antropolojiye, siyaset kuramlarına, psikanalize, sanata özellikle de resme farkına bile varmadan alaka göstermeye başlar. Beğeni standartları değişim geçirir. Caz ve klasik batı müziğine ilgi ve merakı artar. Bu bir diyalektik serüvendir; söz konusu ilgi ve merakın artışı ile entelektüel donanımının zenginleştiğini hisseden birey, dünyaya bakışının da değiştiğini anlar ve edindiği birikim ile Pink Floyd’u bu defa yeni formasyonuyla dinlemeye devam eder. Artık yeni bir evreye girmiştir. Girilen bu evreden herkesin hoşnut olduğunu söyleyemeyiz elbette. Özdenetimin iplerinin elden kaçmasıyla depresif ruh hallerine girip, ağır kara bir nihilizm de eşikte kemendini atmak üzere pusudadır ve o kement çok sayıda insanın boğazını sıkmıştır.

Bu anlattıklarım, her yerde ve herkes için aynı olmuştur, denilemez elbette; en üst seviyede bir öznel çıkarsamanın soyutlamasıdır ve doğrusal bir çizgi halinde ve illa ki böyle tezahür etmiştir demek diyalektiğe de hayata da aykırıdır. Antagonizma üretir. Farklı biçimlerde tezahürler, algılar, etkiler şüphesiz gerçekleşmiştir. Buna Alman Joschka Fisher’i örnek verebiliriz: Fisher, üniversite yıllarında 68 hareketlerinin sokak eylemcilerinden biriydi. Daha sonraki yıllarda katıldığı Yeşiller partisinin koalisyon ortağı olduğu hükümette Almanya Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştı. ‘68’de ve şimdiki hali arasında ne tür bir değişim olduğu sorusuna şu cevabı vermişti:  “Şimdi Çaykovski bana Pink Floyd’ tan daha depresif geliyor.‘’

Pink Floyd, şarkılarındaki temalar asla kafiye uyumu için dizilmiş kelimelerden müteşekkil değildir. Poetik düzeyi yüksektir;  grup meramını, vurguladığım üzere agresif söylemle, progresif rock tarzındaki psychedelic müzikleriyle anlatırken sahne gösterileri bir rock konserinden ziyade tiyatro ve müziğin tam anlamıyla içiçe oluşuyla ekonomik, faşist egemenlere karşı isyan ayinleri gibiydi. Işıklar, imgeler sahneden üzerlerine akıyor, zihinsel metamorfoz ile yepyeni algı kapılarının açılmasına ışık yolu oluyordu. Dönem öyleydi ama o dönem geçtikten, yaşanıp bittikten sonra da aynı patikada ine çıka sürdürdüler yürüyüşlerini, geriye dönüp bakmadan.

Pink Floyd: İnancını yitirmiş yetişkine dair temaları zamansızdı.

İnancını yitirmiş yetişkine dair temaları zamansızdı. Coğrafya kaderinin edilgenlik fışkıran hamasetine karşın küresel perspektiften ve her halükarda totaliteryanizme karşı yapılabilecek şeyler bulunduğuna dikkat çektiler.  Büyüleyici terapi ayinleri gibiydi Pink Floyd dinlemek. Konserleri performatif sanatın emprovize icrasıydı. Enstrümanlarına hakimiyetleri, caz ve blues alt yapılarının verdiği zenginlik, ışık ve renk efektleri ile sahnedeki performanslar seyirciyi de etkinleştiriyordu.

Pink Floyd’un albümleri her zaman bir öncekinden daha yetkindi. Artık şarkı sözleri tamamen şiirselleşmiş lirik düzleme çıkmıştı. Albüm kapakları da zarf – mazruf ikilemini kırdı ve sanatsal bir obje boyutuna getirildi. Pink Floyd klanı, küresel köyümüzün gıpta edilesi bir topluluğu olmayı başardı.

Murat Özden

www.dirensanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.