26 Ekim gecesi, Antalya Film Festivali kapsamından çıkarılan Ulusal Yarışma, ilk kez, Antalya dışında, İstanbul’da Cahide Müzikhol’de gerçekleşti.

İşte bu yüzden “Birinci”; Antalya ile bağlantılı olarak da “54 cü” Ulusal Yarışmaydı!

 

Tamer Levent

Gecenin sunuculuğunu gerçekleştiren Korhan Abay, gayet ince dokunuşlarla Antalya’da Ulusal Yarışma’nın kaldırılmasını eleştiriyor, en kısa zamanda Ulusal Yarışma’nın Antalya Film Festivali’ne, yani esas evine dönmesini diliyordu. Çünkü protestoların sonuç almadığı bir ortamda, örnek bir organizasyon düzenlemek ve talepte bulunmak bence güçlü bir anlam taşıyor.

Birinci, 54’üncü Ulusal Film Yarışması tamamen bir gönüllü organizasyon olarak gerçekleşti. Bu gerçekten harika bir duygu idi… Çünkü, politik angajmanlar içinde olan belediyelerin, bu tür festivalleri düzenlerken hep kendi politikaları doğrultusunda beklentileri oluyor.

Antalya’da, yıllardır festivale yeni bir şekil verilmesi konuşulur. En başta da Cannes örneği. Fakat Cannes’ın dünyada nasıl bu kadar önemli bir festival olduğu içerik olarak tam incelenmeden!.. Cannes’ınn dış görünüşünü, Antalya’nın tanıtımı için uygun (!) bulmaktan kaynaklanan, bir şekilsel niyet gibi geliyor insana.

Örneğin Cannes’da Ulusal  Fransız Sineması yarışıyor ve bu kategorinin ayrı bir jürisi var. Uluslararası Yarışma’nın jürisi ise ayrı. Cannes, heyecan verici bir festival olarak çok ilginç yıllar yaşattı sinema endüstrisine. Beğenildi, eleştirildi, protesto edildi, ama yine de sinemacılar için umut veren bir ölçü oldu!

Cannes, sinema sektörünü destekledi, senaryolara katkıda bulundu, akademik örgütlenmeler oluşturdu, kalıcılığını yarattığı kültür ile sağlamlaştırdı! Yapılan

araştırmalar için en yetkin sinemacılar ile çalışıldı. Mevcut kültür böyle oluşturuldu 70 yılda. Cannes adeta yeniden bir sinema festivali şehri olarak düzenlendi. Antalya’da kentin zaten var olan sinemaları ve yaşam biçiminin bir festival endüstrisi yaratacak şekilde düzenlenmesi ise söz konusu olmadı! Cannes’da ise, misyonu olan bir festival havasına gelebilmek için ne gerekirse yapıldı. Özel sinema binası da dahil. İlk yapıldığı zamanlarda hapishaneye benzetilerek eleştirilen şimdiki ünlü bina! Bu binanın ana sinema  salonu şimdiye kadar görmediğim büyüklükte. Biz ‘Kış Uykusu’ filmimizle, bu salonda ödüllerin açıklanmasını heyecanla beklemiştik.

İstanbul’da düzenlenen, Birinci, 54’üncü Ulusal Yarışma’da, ortada bir bütçe yoktu. Belediye, Kültür Bakanlığı da yoktu! Ama katılımcıları kucaklayan bir içtenliği vardı. Sunucusu içten, jürisi, katılımcıları neşeli ve içten, ödül alanlar, bu gönüllülük ile düzenlenmiş festivalden ödül alma mutluluğu içindeydi!

Çünkü bu festival, tamamen Ulusal Sinemanın gelişmesine verdiği 54 yıllık hizmetle ve ulusal sinemaya duyulan saygı ile; isteyerek, büyük bir içtenlik ve özveri ile gerçekleşmişti. Gerçekleştirenler sinemanın içinden olup, bu organizasyonu gönüllü yapan  kişilerdi. Kaan Müjdeci’nin bu duyarlılık  ile  başlattığı girişime; Kadir İnanır, Sevin Okyay, Hülya Uçansu, Nihal Yalçın, Sarkis ve Tayfun Pirselimoğlu’dan oluşan jüri, hem destek veriyor, hem de bir Yeşilçam havası katıyordu. Bir yanda da, yepyeni yönetmelerin ve oyuncuların ödül alması ve sevinçlerini bizlerle paylaşması, hep özlemi duyulan bir ortak sevince ve kaynaşmaya, kuşaklar buluşmasına, dönüştü. Çünkü, esas olan bu sinema sevgisine ve kültürünün gelişmesine, devamlılığına gösterilen bağlılıktı ve bu her an hissediliyordu! Törene katılanlar gerçekten mutlu ve espiriliydi. Bürokratik bir hava ve protokol yoktu.

Bu festival sanki bir Ulusal Sinema platformuydu. Sinema ve onun yaşaması için, sadece bu kültüre sahip çıkmak için, bu alana gönül vermiş insanların bir araya gelmesiydi. Siyasetin bilinmeyen sırlarını, en fantastik tespitlerle açıklamaya çalışmadı kimse! Kimse kimseye ders vermedi !

Sinemayı ve onun önemini bilen insanlar, 26 Ekim 2017 gününü, bu çok önemli yedinci sanat kültürünün, 54 yıllık geleneğine sahip çıkarak, bu kültürü oluşturmaya talip olduklarını ifade etmek istercesine bir araya gelmişlerdi sanki.

Bu güçlü, özgüvenli topluluk ve düzenlediği festival, bana olması gereken festival kültürünü düşündürdü. Daha protokol havasında, hata yapmaktan korkan, biraz gergin ve bu nedenle hata dolu; oluşturulmak istenen bir kültür olduğu hissini yaratmayan, festival sözcüğünün cıvıltısıyla buluşmayan festivaller mi ya da insanların gönlünde yatan kültürü yansıtan festivaller mi düzenlemeli? Bence, insanların kendi yaşamlarını, tıpkı SANATAEVET dileğinde olduğu gibi, ışıklandıracak, yaşayan festivaller düzenlemek en doğrusu.

Bu nedenle ‘Birinci, 54’üncü’ festivalden çıkarılması gereken dersler var diyecek olursak;

– Festivallerin uzmanlarınca, alanın kültürüne uygun bir sivil anlayışla düzenlenmesinin yolu bulunmalıdır.

– Bunun için geniş danışma kurulları kurulmalı, meslek örgütü temsilcilerinden, yönetmenlerden danışma komisyonları oluşturulmalı; yapılacak ödül törenlerinin, seçilecek jürilerin dilek ve önerileri bilindik analiz metotları ile alınarak, anket ile oylamaya sunulmalıdır.

– Anket sonuçlarında belirginleşecek önerilere göre organizasyon yapılmalıdır.

– Bu çalışmalar, sinemayı bilen kişiler tarafından yürütülmelidir.

– Söz konusu uygulama, alanın kültürünü oluşturma konusunda yeni bir örgütlenme anlayışına da hizmet edecektir.

Yani, ‘Birinci, 54’üncü’ buluşmanın oluşturduğu veriler, yeni bir yapılanmaya da yol göstermelidir.

 

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.