2016 SİNEMA ONUR ÖDÜLLERİ

0

İstanbul Film Festivali tarafından her yıl sinemaya gönül ve emek veren isimlere takdim edilen Sinema Onur Ödülleri’nin bu yılki sahipleri: Yeşilçam’ın en sevilen yıldızlarının sesi olarak hafızalarda yer edinen seslendirme sanatçısı Jeyan Ayral Tözüm, in eski yapımcılardan Şerafettin Gür, sinemamızın güçlü, kararlı, vamp kadını Suzan Avcı, Yeşilçam’ın en üretken sinemacılarından Ülkü Erakalın,  sinema kadar televizyondaki oyunculuğuyla göz dolduran Perran Kutman oldu. Meslek hayatının 60. yılında sinemamıza katkılarından dolayı Türker İnanoğlu’na ise bir özel ödül verildi, İnanoğlu’na 1999 yılında festivalin Sinema Onur Ödülü verilmişti.

Suzan Avcı

Ve Suzan Avcı… Türkiye’de yılda üç yüz küsur filmin çekildiği dönemlerde Yeşilçam’dan çok sayıda oyuncu geçmiş, ama çok az sayıda oyuncu sinema tarihimizde “ikonografik değer” kazanmıştır. Suzan Avcı da bunlardan biridir. Genel ahlakın ikiyüzlülük ve riya üstüne kurulu geleneksel bölünmüşlüğüne uygun olarak, filmin esas kızları “aşk”, ikinci kadınları ise “seks” içindi. Cinselliği yasak, günah, kötülükle ilişkilendiren ortak bilinçdışının bu günahı erkekler açısından hafifletmesi için, baştan çıkaran, ayartan, şeytani entrikalar kuran “kötü kadınlara” ihtiyacı vardı. Bu zihin haritasında kadınlar aynı zamanda Âdem’e elmayı yediren Havva’nın ikinci ve saklı doğasını temsil ediyordu. Yeşilçam’da “vamp kadın” diye nitelendirilen oyuncuların canlandırdığı karakterlerin şeytana hizmet eden bu ayartma gücü çoğu kez sarışınlıkla sembolize edilirdi. Suzan Avcı’da şahikasını bulan sarışınlık, toplumumuz için bir tür yabancılık, yabancı olansa tekinsizlik demekti. Suzan Avcı’nın ikonografik değerini yaratan şey, yalnızca baştan çıkaran, yuva yıkan, kendisinden her çeşit melanetin beklendiği güzel ama kötü kadınları canlandırmasındaki başarısı değildi. O aynı zamanda kadınların gizli özlemlerini, bastırılmış arzularını, gerçekleştiremedikleri güçlerini de temsil ediyordu. Kötü de olsa güçlü ve kararlıydı; her durumda ayakta kalmayı, erkeklerden intikam almayı biliyordu. Öte yandan kadınlara kendi hayatlarında sahip olmadıkları gösterişli bir gardırop armağan ediyordu: babydoll, ponponlu saten terlik, jartiyer, birbirinden seksi kombinezonlar, uçuşan gecelikler… Bir kaşı havada, elinde içki ve sigarasıyla salonlarda dolanmayı, şen kahkahalar atmasını biliyordu. Suzan Avcı’nın oyunculuk yelpazesi merkezinde aynı figür dursa da, çeşitlilik gösterir. Komedi filmlerinde hacı ağaların peşinde koşturdukları hafif kadın, bazılarında esas kıza yardımcı olan “altın kalpli fahişe”dir. Şıngırdak Melahat gibi filmlerde başrol oynamışlığı da vardır. Sokağa çıkan, hayata karışan, eli iş tutan, erkeklerle dalaşmayı bilen; kanlı canlı yaşayan, yeri geldiğinde yaptıklarının bedelini ödeyen kadındı o “Ve Suzan Avcı…”ydı. “Onur Ödülü” kutlu olsun! -Murathan Mungan

Ülkü Erakalın

Ülkü Erakalın, sinemamızın içinden yetişen nadir değerlerimizdendir. Kendisi ile 1963 yılının Aralık ayında tanışmıştım. O günlerde Genç Kızlar isimli ilk filmimin çekimleri tamamlanmıştı. Beni arayarak 1964 yılı Ocak ayında başlayacağı, başrolü Türkan Şoray’ın üstleneceği Mualla isimli filmde benimle çalışmak istediğini belirtmişti. Zaman içinde oyunculuk yönünden kendimi geliştirmem gerektiğini, ancak görsel bir sanat dalı olan sinemada görüntülerin de çok önem taşıdığını ifade etmişti. O filmde rolleri paylaştığım sevgili Türkan Şoray, Suzan Avcı, Aliye Rona, Kenan Pars ve Avni Dilligil gibi deneyimli sanatçıların hepsi beni sevgiyle kucakladılar. Ülkü Bey’in bana gösterdiği dostluk ve yakınlığı unutmama imkân yoktur. O filmdeki sıcak ilgi benim bu çok özel mesleğe devam etmeme vesile olmuştur. Daha sonraları birçok filmde beraber çalıştık. Kendisi son derece titiz bir yönetmendir. Sete herkesten önce gelir, çekeceği sahnelerin krokilerini çıkarır, zaviyeleri tespit eder ve sanatçılara da o sahnelerle ilgili düşüncelerini, duygularını aktararak çekimlere başlardı. Herkesle ayrı ayrı ilgilenir ve çekilen sahneyi kendisi de oynayarak takip ederdi. Ben onunla çalıştığım her filmden çok zevk almışımdır. Kendisine bundan sonraki yaşamında sağlık ve başarı dileklerimi sunuyorum. Sevgili Ülkü, iyi ki varsın! Biz sinema sanatçıları olarak bize gösterdiğin sevgi ve bağlılığa teşekkür ediyor, Türk seyircisine sunduğun o unutulmaz sinema yapıtları için sana şükranlarımızı sunuyoruz. Sevgiyle kal! -Ediz Hun

Şerafettin Gür

Şeref ağabeyi ilk gençlik yıllarımda tanımıştım. Tanıdığım ilk sinemacılardan biriydi. O zamanlar Erman Film’in muhasebe müdürlüğünü yapıyordu, daha sonra genel müdürü oldu. 1958’de kendi adına Şeref Film’i kurdu. Kurbanlık Katil, Vesikalı Yarim, Ses, Pehlivan, Düttürü Dünya, Yoksul başta olmak üzere sinemamızın unutulmaz eserlerinin yapımcısı oldu. Birlikte çalıştığı yönetmenler arasında Lütfi Ö. Akad, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten gibi sinemamızın önemli isimleri yer aldı. Yılmaz Güney’in sinemada başrol oynamasında da çok büyük katkısı olmuştu. 1959’da Yaşar Kemal’in hikâyesinden Erman Film’e Ala Geyik adında bir film yapılacaktır. Yılmaz Güney bir gün Yaşar ağabeyin kapısını çalar ve bu filmde başrolü oynamak istediğini söyler. O ana kadar getirilen hiçbir oyuncuyu beğenmeyen Yaşar Kemal, ilk defa Yılmaz’a alıcı gözle bakar ve “Tamam be Yılmaz. Gerçekten düşündüğüm oyuncu sen tipte biridir” der. Filmin yönetmeni Atıf Yılmaz’ı arar. Düşüncelerini söyler. Atıf ağabey karşı çıkar, fakat Yaşar Kemal diretir. Birlikte Erman Film’e giderler ve işte o zaman Şeref ağabey devreye girer. Üçü oturup uzun uzun tartışır. Şeref ağabey ve Atıf Yılmaz verdikleri kararı bildirmek için Erman Film’in sahibi Hürrem Bey’e çıkar. Hürrem Bey gayet sakin, “Beni ilgilendirmez, kimi oynatırsanız oynatın. Sorumlusu sizsiniz. Kararınızın sonucuna katlanırsınız” der. Sonunda Şeref ağabey ve Atıf Yılmaz ve tabii Yaşar Kemal verdikleri bu kararla ve yüklendikleri sorumlulukla Türk sinemasına Yılmaz Güney gibi büyük bir sinemacı kazandırmış olurlar. Sadece bu yüzden bile hakları hiçbir zaman unutulamaz. -Arif Keskiner

Perran Kutman

Perran Kutman konservatuvarda parlak öğrencilerimden biriydi. Çok yetenekliydi. Her türlü role, her türlü ortama uyan bir yumuşaklığı vardı. Kıvraktı. Bedenini çok iyi kullanan bir öğrenciydi. Onu seyrederken adeta bir rahatlama hissederdi insan. Sahnede Perran’ı seyretmek bir keyiftir. Ben, gerek konservatuarda gerekse sonrasında izlediğim oyunlarında hep o keyfi aldım. Seyirci de benim gibi düşünüyor olmalı ki “Perran tuttu”. Her yaptığı işte adından söz ettirdi. Son sınıfta, benim de onayımla, Ulvi Uraz Tiyatrosu’na girdi. Böyle usta bir sanatçıyla çalışmak Perran’a çok şey kattı. Sadece Ulvi Uraz değil, pek çok değerli isimle uzun yıllar aynı sahneyi paylaştı. Türkiye’de özel tiyatro hareketinin en pırıltılı dönemlerinde tiyatro yaptı. Hepimizin içinde tiyatro ateşinin en güçlü şekilde yandığı yıllardı onlar. Zamanla, tiyatrodan sinemaya ve dizilere kaydı. Bu alanlara da tiyatro sahnesindeki sıcaklığını taşıdı. “Perihan Abla” karakterini hepimiz ne kadar çok sevmiştik. İstanbul Film Festivali’nin bu yıl Perran Kutman’a Onur Ödülü vermesine çok memnun oldum. Böylesine anlamlı ve değerli ödüllere layık bir sanatçıdır o. -Yıldız Kenter

Jeyan Ayral Tözüm

1939 yılından günümüze kadar kesintisiz gelen uzun bir sanat yolculuğu var Jeyan Tözüm’ün. Sanatkârlarda gelenekselleşen, “Sanata çocuk yaşlarda başladım” cümlesi, Jeyan Hanım için bir gerçeğin ifadesidir. Babası, Muhsin Ertuğrul’un sağ kolu, unutulmaz sanatkâr Necdet Mahfi Ayral’ın 1939’da elinden tutup götürdüğü Şehir Tiyatroları’nda Peer Gynt / Pergünt oyunu ile sahneye adım attı. Ayral’ın sanat hayatı, 10 yılı çocuk piyeslerinde olmak üzere 50 yıllık tiyatro dönemi ve 1939’dan bugünlere kadar uzanan muhteşem dublaj dönemiyle devam etti. Allah’ın Cenneti ile başlayan sinema döneminde Gençlik Günahı, Seven Ne Yapmaz, Uçuruma Doğru, Bozkurt Obası, Efsuncu Baba, Dertli Pınar ve unutulmaz Beklenen Şarkı filmlerinde rol aldı. “Kimleri konuştunuz?” sorusuna “Kimi konuşmadığımı sorun” diye cevap veren Jeyan Tözüm, sadece Nevin Akkaya’nın konuştuğu Neriman Köksal hariç, Türk sinema tarihindeki bütün başrolleri, Adalet Cimcoz, Nevin Akkaya ile birlikte seslendirmiştir. “Aklın süsü dil, dilin süsü söz” demiş bir ozan. Jeyan Tözüm, sözleri sesiyle öylesine süslemiştir ki, “aslanın kükremesi” anlamına gelen Jeyan ismi, sahnede, perdede ve mikrofonda, duyguların resmini sesiyle çizen bir ressama dönüşmüştür. Bilim adamları sesin kaybolmadığını, sonsuza kadar kâinatta saklı kaldığını söylüyor. Sinema ve tiyatro dünyamızın gerçek yıldızlarından biri olarak Jeyan Tözüm de filmlerdeki, kayıtlardaki hep genç kalan sesi ve harikulade Türkçesiyle dünya durdukça bu gökkubbe altında bir hoş seda olarak kalacak ve hatırlanacaktır. Kadim dostum Jeyan hanımefendinin tiyatro, sinema ve dublaj divası olarak İstanbul Film Festivali tarafından taçlandırılması mutlulukların en yücesidir, kutlarım. -Necip Sarıcı (Lale Film)

PAYLAŞIM
Önceki İçerik35. İSTANBUL FİLM FESTİVALİ ÖDÜLLERİ
Sonraki İçerikRöportaj: Christian Zübert (Ein Atem / Bir Nefes)
SABİT DOĞAN Eğitimci • Yazar • Sanat İnsanı • Dijital İçerik Üreticisi Sanatın İzinde Başlayan Bir Yolculuk Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu olan Sabit Doğan, sanatla ilk kez OMÜ Tiyatro Topluluğu’nda (OMÜTİT) tanıştı. “Kanlı Nigar” oyunundaki Narçin karakteriyle sahneye adım attığında, performansı büyük yankı uyandırdı; oyun onlarca kez sahnelendi, her şehirde yoğun ilgi gördü. Eğitimci kimliğine geçişinde idealizmiyle öne çıkan Doğan, öğretmenliğe Şanlıurfa Siverek’in Hanharabe Köyü’nde başladı. İstanbul’un konforunu geride bırakıp, zor koşullarda eğitim vermeyi seçti. Askerliğini Şırnak Beytüşşebap’ta yaptıktan sonra yeniden İstanbul’a döndü. Yazarlık, Dergicilik ve Dijital Yayıncılık İstanbul yıllarında tiyatro oyunculuğu, metin yazarlığı ve senaryo çalışmalarına yöneldi. Hürriyet Gösteri Dergisi'nde Hami Çağdaş’la birlikte hazırladığı kültür–sanat dosyaları ve röportajlar büyük ses getirdi. Daha sonra kurduğu www.dirensanat.com adlı dijital sanat portalı, 15 yıldır Türkiye’nin en saygın kültür–sanat yayınlarından biri olarak varlığını sürdürüyor. Hem kurucusu, hem yayın yönetmeni, hem de editörü olan Doğan; sanatın ve sanatçının sesi olmayı ilke edindi. Portal, “Yılın En Prestijli Sanat Haber Kaynağı” ödülünü kazandı. Diren Sanat YouTube Kanalı’nda ise 200’ü aşkın sanatçı, yönetmen ve yazarla yaptığı röportajlar sanat dünyasında büyük yankı uyandırdı. Eğitimde İnovasyon ve Duyarlılık Sabit Doğan, Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde biyoloji öğretmenliği yapmaktadır. %0,1’lik dilimden öğrenci alan bu okulda 15 yıldır görev yapmakta; sadece ders anlatan değil, öğrencilerini yaşamla tanıştıran bir rehber olarak görülmektedir. Kurucusu olduğu Robotik Kulübü, ulusal ve uluslararası yarışmalarda birincilikler kazandı. Ayrıca Raylı Sistemler Projesi’ni organize edip yürütücülüğünü üstlendi, Beyaz Bayrak Projesi’nde görev aldı, TÜBİTAK Türkiye Birinciliği kazanan öğrenciler yetiştirdi. Türkiye’de mobbing kavramını ilk kez gündeme getiren eğitimcilerden biri olarak dikkat çekti. Bu konuda açtığı ilk davalar ve kamuoyu çalışmaları birçok kişiye cesaret verdi; hakkında tezler yazıldı. Dijital Dönüşümün Sanatçı Yüzü Sabit Doğan bugün, sosyal medyada milyonlara ulaşan içerikleriyle hem sanatın hem eğitimin yüzünü dijital dünyaya taşımaktadır. Eğitim, sanat, mizah, kişisel gelişim, yemek kültürü ve edebiyatı harmanlayan içerikleri; aylık 40 milyondan fazla izlenme elde etmektedir. Kendisini “bilim ve sanatın izinde yürüyen bir eğitimci” olarak tanımlasa da, izleyicileri onu çoğu zaman evin içindeki bir dost, bir ağabey, bir rehber olarak görür. Sıcaklığıyla, derinliğiyle ve üretkenliğiyle hem öğretmen hem anlatıcı, hem sanat insanı hem de dijital çağın vicdanıdır. “Sanat, insanın kalbine dokunmadan hiçbir işe yaramaz.” — Sabit Doğan