RENGİN UZ : ‘MÜZİKSİZ EVİN KONUKLARI' YETER Kİ SEVGİ OLSUN…

0

 Müziksiz Evin Konukları, sevgiyle yapılmış, sevgiyle oynanan, her anlamda özen gösterilmiş bir oyun. En büyük kusuru ise uzunluğu! Sevgiye ve hoşgörüye iyice hasret kaldığımız şu günlerde, sevgi ile müziksiz bir evden bile müzik seslerinin yükselebileceğini görmek güzel… Yazımın başında iyi oynanmış bir oyunu yeniden sahnelemek zordur demiştim. Nedim Saban, zoru, yepyeni bir kadro denemiş ve bu kez dünyası çok farklı, daha modern, bambaşka bir oyun çıkmış, sanki aynı oyun değil gibi..

 

ENGİN UZ
RENGİN UZ

Yıllar geçse de hatırladığım, bazı sahneleri gözümün önünden gitmeyen oyunlar vardır. Neil Simon’un ‘Müziksiz Evin Konukları’ da bunlardan biridir. Nedim Saban’ın kurduğu Tiyatrokare’nin ilk oyunu olan Müziksiz Evin Konukları’nı, Teşvikiye’deki – ne yazık ki şimdi bomboş, terk edilmiş, önünden her geçişte içimi acıtıyor- Hadi Çaman Yeditepe Oyuncuları’nın sahnesinde seyretmiştim. Bu oyunda unutamadığım, en etkilendiğim kare,  babaanneyi oynayan Macide Tanır’ın, sakat ayağını sürüyerek, bastonunu sert bir şekilde vurup sahneye çıkışı olmuştur. Macide Tanır, çelik yürekli babaanne rolü ile İstanbul seyircisini mest etmişti. Oyuncular boşuna efsane olmuyordu…

Aradan yıllar geçti. Nedim’in tiyatro aşkı  geçmedi. O gün bugün perdesini hiç kapatmadı. Ve sürpriz yaparak, 2013-2014 tiyatro sezonunda yeniden ‘ Müziksiz Evin Konukları’ ile çıktı seyircinin karşısına. Zamanında çok tutulmuş, çok iyi oynanmış bir oyunu yeniden sahnelemenin en büyük riski, eskisini aşamayıp onu aratmasıdır. Oyunun galasında iki tür seyirci vardı, benim gibi ilkini izleyip de ister istemez kıyaslama yapacak olanlar ve yepyeni bir oyun keşfedecekler.

1940’ların New York’unda 2. Dünya Savaşı’nın zorlayıcı koşulları altında, karısının hastalığında tefeciden aldığı parayı ödeyebilmek için uzaklarda çalışmak zorunda kalan Eddie için tek çare, iki oğlunu annesine bırakmaktır. Ama yüreği çelikten babaanne çocuk sevmez;  Onun evinde; ağlamak, gürültü etmek, müzik dinlemek, saat 6’dan sonra radyo çalmak yasaktır! Düş kurmak, sevgi yasaktır bu evde. Babaanne, gönüllü olarak kabul etmese de çaresiz, Arthur ve Jay o evde kalacaktır. Neyse ki Bella vardır. Babaannenin tam karşıtı, çocuklardan daha çocuk, büyümemiş ama içindeki kadınlık da ölmemiş olan Bella hala. Bir akşam, babaannenin mafya işlerine bulaşmış, peşine adamlar takılmış olan küçük oğlu da çıkagelir. Anne hasreti çeken iki çocuk, annelerinin sağlığında hiçbir zaman kabul görmediği bu garip, soğuk, sevgisiz evde, kendilerini, kendilerine hiç benzemeyen insanlar arasında kuşatılmış olarak bulurlar…

SEVGİ, SEVGİSİZLİK VE YALNIZLIK

Müziksiz Evin Konukları, Bella hala ve çocukların sahnesi ile açılıyor. Talihsiz olarak fazla uzatılmış bir sahne. Uzadıkça tekrarlar artıyor ve giderek sarkıp sıkıcı bir hale geliyor. Üstelik de seyirci bir an önce çok sözü edilen despot Babaanne’yi görmek için sabırsızlanıyor. Lütfen ama lütfen sevgili yönetmenler, oyunlarınızı kırpmaya kıyın, seyirciye de yazık! Neil Simon’un 1991 yılında Pulitzer Ödülü kazanan oyunu, aslında hiç eskimeyecek bir olgu, sevgi teması üzerine kurulmuş. Yönetmen Nedim Saban bu kez oyunu kendisi çevirmiş. Yeni yorumda, daha güncel, günümüze uygun esprilerle zenginleştirmiş oyunu. Sevgiyle birlikte yalnızlık temasını ön plana çıkartırken, anne-kız ilişkisi daha fazla önem kazanıyor. İki çocuğunu kaybettikten sonra diğerlerini de sevgisizliği ile kaybeden bir anne ve sevgi kırıntıları arayan bir çocuk kadın. Annesinden ‘Tam bir cadı’ diye söz ederken içinden sanki ‘keşke saçımı okşasa’ diye geçiren Bella.

Nedim Saban’ın rejisinde, hüzünle komedi arasında gidip gelen, duygusal, sıcacık bir oyun çıkmış ortaya. Bu yıl, Özel Tiyatrolara verilen Devlet desteğinde ‘Cezalılar’ sınıfına giren Nedim Saban, bu durumda bir özel tiyatro için büyük bir prodüksiyon yapmış. Bu açıdan bile kutlamak gerek. Nedim’i takdir ettiğim bir başka nokta da oyunculuğunun 50. yılını kutlayan bir sanatçıyı, böylesine onurlandırıp mutlu etmesiydi. Sanatçılar yaşarken görmeli ne kadar sevildiklerini, onurlandırıldıklarını. Serpil Tamur, sahnedeki pastasını  alkışlar arasında keserken ‘Yaşadığım en mutlu gece’ diyordu sesi titreyerek. Öyle olduğuna eminim.

mek2

Serpil Tamur’un, 50. Sanat yılında oynayabileceği bundan daha güzel bir rol doğrusu benim aklıma gelmiyor. Rastlantı bu ya, Macide Tanır da yıllar önce aynı oyunla 50.sanat yılını kutluyordu. İlk kez özel tiyatro yapan sanatçı, çelik yürekli, kaskatı, daha fazla acı çekmemek için kendini kapatarak sevgisizliğe mahkum etmiş kadını, yılların deneyimi ile ölçülü ve iyi oynuyor. Hele, kızıyla yüzleşmesinde kendini savunduğu sahnede ardında bıraktığı 50 başarılı yılın hakkını veriyor. Katılığın, sertliğin altını daha da fazla çizmeli diye düşünüyorum ama bu kadar güler yüzlü ve yumuşak hatları olan bir kadın için bunun ne denli zor olduğunu da anlıyorum, oyuncu bile olsa. Özge Özder, Şehir Tiyatrosu’nda ‘Üç Kızkardeş’ ve ‘Gizli Oturum’ oyunlarında alkışladığım genç oyuncu, Bella ile parlıyor. Kaçış yolunu, beyazperdenin büyüsünde arayan, filmlerdeki gibi aşklar yaşamak isteyen, 35 yaşındaki Bella’nın çocuksu yanını belki biraz fazla öne çıkartarak ama duygusallığını ve yalnızlığını da hissettirerek görkemli bir oyunculuk sergiliyor. Ailenin, yine annesi yüzünden kişiliğini bulamamış, çocukların babası ezik Eddie’de Abdül Süsler, rolünü hiç süslemeden çok doğru yorumluyor.  Artie, ama babaannesinin deyimi ille de ‘Arthur’ rolünde Selim Tezin var. Sevimli mi sevimli! Liseler arası Tiyatro Şenlikleri’nde 14 ödül kazanmış bile! Artikülasyon sorununu sahne sempatisi ile örtmeyi başarıyor. İlk profesyonel oyunu olduğunu düşünürsek alkışı hak ediyor. Kardeşini koruyup kollayan Jay’i oynayan Abdullah Semercioğlu sanki oyunculuğu ile de Artie’yi dengeliyor.  Hırsız olmayı seçen üçkağıtçı erkek kardeş rolünde Emrah Düzkaya’ya biraz daha enerji gerekiyor.  Psikolojik kökenli kronik astımı olan abla Gert’de, Asuman Çakır’ın sözleri önce zor anlaşıldı ama sonradan açılarak renkli bir yorum izlettirdi.

Müziksiz Evin Konukları’nın, Barış Dinçel imzasını taşıyan muhteşem bir dekor tasarımı var. Dinçel’in soyut dekorunda, devasa ve asimetrik objeler, evin kasvetli havasını çok iyi yansıtırken, renkli şeker kavanozlarının durduğu pastane vitrini, oyunun çocuksu ruhunu, umudu simgelemesi açısından da çok hoş. Bella’nın film afişleriyle dolu, kendine ait dünyasını yansıtan odası ise Dinçel’in dekorunun başka bir renkli köşesi. Barış Dinçel’in soyut dekoruna karşı Serpil Tezcan’ın, o dönemi yaşatan klasik kostümleri, hem model, hem renk seçimi açısından son derece zevkli.

Müziksiz Evin Konukları, sevgiyle yapılmış, sevgiyle oynanan, her anlamda özen gösterilmiş bir oyun. En büyük kusuru ise uzunluğu! Sevgiye ve hoşgörüye iyice hasret kaldığımız şu günlerde, sevgi ile müziksiz bir evden bile müzik seslerinin yükselebileceğini görmek güzel… Yazımın başında iyi oynanmış bir oyunu yeniden sahnelemek zordur demiştim. Nedim Saban, zoru, yepyeni bir kadro denemiş ve bu kez dünyası çok farklı, daha modern, bambaşka bir oyun çıkmış, sanki aynı oyun değil gibi…

Yenisi eskisini unutturmadı ama bu kez de mutlu çıktım bu müziksiz evden…

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.