HÜLYA KARAKAŞ İLE ‘TİYATRO’YU KONUŞTUK

0

İstanbul  Büyükşehir  Belediye   Tiyatroları’nda ve Tiyatro Kare’de  sahneye koyduğu oyunlar ve Tiyatromuzun kadın sanatçılarının röportajları ile oluşturduğu  belgesel “Sahnelerin Sultanların” ile dikkat çeken Hülya Karakaş ile oyunculuğu, yönetmenliği, yazarlığı ve bu yılki projelerini konuştuk.

portre-3SABİT DOĞAN: Oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz? Oyunculuk mesleğine başlarken ne umdunuz, ne buldunuz?

HÜLYA KARAKAŞ: Taşrada radyo tiyatrosu dinleyerek hayal kuran,bulduğu her ortamda hayallerini oynamaya çalışan küçük bir kız çocuğunun,İstanbul’da son bulan hikayesidir benim hikayem.Duygusal eğitimini Kemalettin Tuğcu kitapları okuyarak tamamlayan bir çocuğun tiyatro dünyasıyla tanışarak genç kızlığa dönüşme süreci elbette sorunlu oldu.Hayalini kurduğu her işi göz yaşı dökerek elde etmek benim kuşağımın adeta kaderi olmuştur.Yaşadığımız travmanın tek suçlusu Kemalettin Tuğcu’dur!Babamın bütün baskısına  rağmen Halkevi’nde sahneye çıktığım,İsmet Küntay’ın “403.Kilometre” oyunu kapitalizmden nefret etmemi sağlayan bir oyun olarak tiyatro tarihimde yerini aldı.Zaten politik bir aile ortamında büyüdüğüm için pek de yabancısı olmadığım sözcükleri amatör oyuncu olarak sahnede dile getirirken,politik bilincim de yavaştan şekillenmeye başlamıştı.Oyunculuk serüvenim Üniversite topluluklarıyla tiyatro festivallerin de boy göstererek devam etti.Oyunculuk hakkında en küçük bir fikrim olmadan,oynadığımı sanarak bir çok tiyatro grubuyla Anadolu turnelerine çıktıktan sonra Hanya’yı Konya’yı gördüm.Tiyatro eğitimim olmadığı için herkesten daha çok çalışmam, tiyatroya herkesten daha çok kafa yormam gerektiğini böylece anlamış oldum.Şemsi İnkaya,İlhan Daner,Tevfik Gelenbe gibi  çok değerli komedi ustalarından sahne üzerinde  ne yapmam gerektiğini öğrendim.Komediye yatkınlığım,komediyi sevmem biraz da bu yüzdendir.Fransız Kültür Merkezi’nde her türlü aşamasına ortak olduğum tek kişilik oyunlarda oynayarak farklı denizlerde farklı yüzme stilleri denemeye başladım.1990 yılında,Gencay Gürün’ün genel sanat yönetmenliği yaptığı dönemde,en parlak yıllarını yaşayan Şehir Tiyatroları’na girdim.Mesleği layıkıyla yapan,önemli tiyatro ustalarıyla sahneye çıkmaya başladım.O yıllar da Şehir Tiyatroları hala okul niteliğini koruyordu ,ben de okulun öğrencisi olmuştum .Evcilik oyunları bitmiş,gerçek ev sahipliği dönemim başlamıştı.Çok değerli yönetmenlerin asistanlığını yaptım,onlardan çok şey öğrendim.Başar Sabuncu,her koşulda beni destekleyerek yönetmenlik yapma arzumu kamçılamıştır.Sezai Altekin sayesinde sahnede ayakta durmayı öğrendim.Bilkay Tekben şahane bir kadındı,hiç yüksünmeden sahne adabını öğretirdi .Rahmetli Ayşegül Devrim bulduğu her fırsatta konuşmamı düzeltirdi.İnsan gençlik başında duman yıllarında her şeyi bildiğini sandığı için,ben de o yaşlarımda bu tür müdahalelerden hiç hazzetmezdim ama sayesinde artikülasyonun ne olduğunu öğrendim,diksiyonumu düzeltmeye başladım.Hepsine şükran borcum var.Sonra alternatif işler yapabilmek dürtüsüyle Grup Kafka’yı kurdum.Birlikte çalışmak için heveslendiğim,bundan sonra da birlikte yol arkadaşlığı yapmak konusunda tereddüt etmeyeceğim çok sevgili meslektaşlarımla birlikte güzel oyunlar yaptık Grup Kafka’da.İstanbul’un çeşitli sanat merkezlerinde,gece hayatının alternatif mekanlarında tiyatro yaptım.Sanatsal serüvenime çok şey katan,beni bilgilendiren bir süreçti. Grup Kafka çatısı altında performanslar yapmaya devam ediyorum.Ne kadar şanslıyım ki yapmaktan zevk aldığım,üstüne para kazandığım bir mesleğim var.Dünyanın en yıpratıcı işlerinden birini yaptığım için hayal kırıklığı yaşamadım dersem yalan söylemiş olurum.Ama ”Atın ölümü arpadan olsun!” misali,yaşadığım hayal kırıklıkları yeter ki tiyatro sayesinde olsun diyorum.

dullar
‘DULLAR’ DA HÜLYA KARAKAŞ, GÜZIN ÖZYAĞCILAR, HALE AKINLI, NESLİHAN AYŞE ÖZTÜRK, SÜEDA ÇİL BİRLİKTE AYNI SAHNEYİ PAYLAŞTILAR

SABİT DOĞAN: Neden uyarlama eserleri yönetiyorsunuz? Uyarlama oyunlar sizin için bir anlamda oyun yazma provası mı oluyor?

HÜLYA KARAKAŞ:  Hakkımda öyle bir algı oluşmuş olsa da son yıllarda yönettiğim oyunlardan sadece ikisi uyarlamadır.Bunlardan biri Tiyatro Kare’de yönetmenliğini yaptığım Hatice Meryem’in “Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun”, diğeri de Şehir Tiyatroların da yönettiğim Nezihe Meriç hikayelerinden uyarladığım “Aşk Halleri” adlı oyunlardır.Yönetmenliğini yaptığım Fitzgerald Kusz’un yazdığı “Dullar” oyunu Sibel Arslan Yeşilay çevirisiyle sahnelenmiştir.Ancak oyunun geleneklerimizle,alışkanlıklarımızla,seyircimizle buluşabilmesi için üstünde çokça çalıştığım için uyarlama algısı oluşmuş olabilir.Geçen yıl sahnelediğim Mehmet Murat İldan’ın yazdığı “Büyünün Gözleri” ise ilk oyun olmanın sorunlarını taşıyordu,dramaturg Gökhan Aktemur ile çok yoğun bir çalışma sonrasında ancak sahnelenebilir duruma getirebildik.O da bir uyarlama değildi ama tekst üzerinde o kadar çalışma yapıldı ki sanki uyarlama oyun izlenimi yarattı. Telifi ben değil yazar aldığına göre benim uyarladığım düşünülemez!Bütünlük içermeyen,dramatik alt yapısı sağlam durmayan,seyircisi garanti olmayan oyunları sahnelemek konusunda ısrarlı olduğum için uyarlama oyunlar yöneten biri olduğum düşünülüyor belki de.Başkalarının yazdığı hikayeler sizin hayal gücünüzü tetiklediği için sahneye uyarlamak konusunda heves edersiniz,ancak bu sizin oyun yazarı olduğunuz anlamına gelmez.Yazma beceriniz yoksa ne hikaye,ne de oyun yazabilirsiniz.Hele oyun yazmak,edebiyatın en zorlu alanlarından birisi.Yazabildiğim için şanslı addediyorum kendimi.Daha önce yazdığım oyunları rafa kaldırarak,bu sene ilk defa İstanbul’lu üç kuşak kadının hikayesini anlatan “Kadınların Kurtuluş’u” oyununu yazmaya devam ediyorum.Ama bu benim bir daha uyarlama oyun yapmayacağım anlamına gelmiyor.Ayşe Kulin hikayelerini sahneye uyarlamak için ufak ufak çalışmaya başladım bile.Belki de iki satır yazabilen kadınlar dünyayı değiştirmeyi başaracaklar.Kim bilir!

SABİT DOĞAN: Neden ille de kadın oyunlarını seçiyorsunuz?Bunun özel bir nedeni var mı?

Hülya- Kadınlar yazsın,yönetsin ve tiyatro alanında onlar da etkili ve yetkili olsun diyen biri olarak kadın oyunları yapmamdan daha doğal ne olabilir?Sürekli kadın oyunları yapan biri olduğum sanılmasın tedirginliğiyle arada komediler de çıkarıyorum.Kadınların etkili olduğu bir ailenin içinde büyüdüm.Coşkulu yengeler,yediveren gülleri gibi açan teyzeler,sayısını unuttuğum kuzenler,öldüğü gün bile ekmeğini kendi alan dominant bir babaanne, yaptığı kaymaklı keteyi torunlarına yedirerek mutlu olan, sevecen bir anneanne,iki kız kardeş,saydığım bu kadınların arasında kalmış,çırpınarak yukarı çıkmaya çalışan bir annenin yamacında,feleği şaşmış bir kız çocuğu olarak yetiştim.En iyi bildiğim dünya kadınların dünyasıydı.Kadınları sahneye koyun sadece işmar ederek bile onları oynatabilirim.Kaldı ki bu ülkede gün geçmiyor ki bir kadın cinayete kurban gitmesin,kız çocukları tecavüze uğramasın,kadın bedeniyle ilgili fikirler havada uçuşmasın; birileri de kadınlarla ilgili bir şeyler yapsın,ne zararı var.Son yılların en sevdiğim sloganı durumu açıklıkla anlatıyor zaten; “Benim Bedenim Benim Kararım.”

SABİT DOĞAN: Kadın oyuncularla ilgili bir belgesel  çekme fikri nasıl ortaya çıktı? Belgeselin kitabını yazmayı düşünüyordunuz, yazabildiniz mi?

HÜLYA KARAKAŞ: “İstanbul’un Kadınları Sahnelerin Sultanları” belgesel filmini 2010 yılında çektim.Şehir Tiyatroları genel sanat yönetmenliğini yapan Ayşenil Şamlıoğlu’na projemden bahsettim,projeyi çok sevdi ve yol açtı bana.Onun desteği,Şehir Tiyatroları’nın olanaklarıyla birleşince ortaya yıllardır hayalini kurduğum belgesel ortaya çıktı .Gerek benim,gerek benimle işe koyulan tiyatronun teknik ekibi için yepyeni bir alandı belgesel çekmek.Hiçbir şey bilmiyorduk,ama yaptığımız işe inanıyorduk.Ekip olarak inançla birbirimize destek olup ilerledik.Süreç içerisinde bilgilendik ve öğrendik.Sonuç belki fiyakalı değildi,bir belgesel formatı taşımıyor gibiydi ama samimi ve dürüst bir işti.İki saati aşkın bir filmle,belgesel film süresini kat be kat aşmıştık çünkü.Daha sonra bölümlere ayırarak gösterimi yapıldı.Gönlüm Türkiye’nin dört bir tarafında tiyatro sahnesine çıkan kadınları anlatmaktan yanaydı ancak bunun için ne yeterli olanağımız,ne de tecrübemiz vardı.İstanbul’da sahneye çıkan kırk üç kadınla söyleşiye dayalı bir belgesel oldu.Kadınlar üzerinden Türk Tiyatrosu’nun kaydını tutmuş oldum.İstanbul’u,İstanbul şehrinde oyuncu olmayı,kadınlık hikayelerini,meslekte cinsiyet ayrımcılığı yapılıp yapılmadığını,anneliği ve daha çok şeyi konuştuk.Geçmişi ve bugünü konuştuk.Ermeni kadın oyuncularından devraldığımız tiyatro sanatını,mesleğin inceliklerini konuştuk.Bir arşiv niteliği taşıyan bu çalışmadan bir kitap yazmak fikri kafamda hep vardı ama gerçekleştirecek zamanım yoktu.Nihayet bu yaz kapanarak yazmaya başladım.Zor bir süreç oldu benim için.Zor ama öğretici bir süreçti.Kitapta kadınlar için özel bir yaş olan kırk yaşı kerteriz alarak kırk kadın oyuncuyla söyleşiyi kullandım.Türk Tiyatrosu’nu her yaştan,her dilden,farklı tiyatro anlayışlarıyla temsil eden özel kırk kadın oyuncu hepsi.İstanbul’un Kadınları Sahnelerin Sultanları en geç 2014 yılı Mart ayında Yitik Ülke Yayınları’ndan kitap olarak çıkacak.

portre-2

Türk Tiyatrosun da kadınlar tiyatroda hak ettikleri yerde mi?

HÜLYA KARAKAŞ: Kuşkusuz ki bu belgeseli biraz da bu düşünceden yola çıkarak çektim.Eğer kadınların hak ettikleri yerde olduğunu düşünseydim belgeseli çekmezdim.Kendimce tarihe not düştüm.Kadın oyuncular erkek oyunculara sayısal olarak fark atıyor ama oynadıkları roller yetersiz.Yazılı rollerin niteliği tartışılır,çünkü o roller genellikle erkek yazarlar tarafından yazılmıştır.Kadınlar yazmadığı sürece eksik rol oynama duygusundan asla kurtulamayacaklar.Tiyatro da kadın yazarlar kesinlikle etkili değil.Kadın yönetmenler ise daha yeni yeni etkili olmaya başladı.İktidar alanları hep erkeklerin elinde.Suyun başında erkekler tuttuğu için ancak erkeklerin izniyle kadınlar su içebilmiş.Bu durumda  ses getiren bir etkiden söz etmek mümkün mü?Daha oyuncu olma isteğiyle ailesinin karşısına çıktığı zaman başlıyor kız çocuklarına baskı.Sonra kendini yeteri kadar ifade edememe duygusuyla boğuşuyorlar.Kaliteli ve etkili rol oynama çabaları hiç bitmiyor kadınların.Oyun metinlerinde ki ayrımcılığı,bakan bir gözün görmemesi imkansız.Mesleğe yeni başlayan genç kadınların yeteneği,becerisi genellikle görmezden gelinir.Oğlan çocukları pohpohlanır,kız çocukları ise baskılanır.

Ülkemizde tiyatro sanatı hak ettiği yerde mi?

Hülya- Kesinlikle değil! Tiyatrocuların çok yakın bir tarihe kadar şahitliği bile kabul edilmiyordu bu ülkede.Ülkeyi yönetenler ,en tuhaf durumlarda “Bana tiyatro yapma!” diyerek ötekileştirmek yerine, tiyatroyu yüceltse, belki o zaman daha iyimser bir cevap verebilirdim.Futbola yapılan yatırımın onda biri tiyatro sanatına yapılsaydı, biz de uluslar arası arenada varlık gösterirdik. Bugüne kadar iş görmüş, yerinde duran tiyatroları, günün şartlarına göre yeniden onarmak,daha donanımlı hale getirmek varken,yıkıp yerine garabet binalar yapılmasaydı o zaman tiyatronun sesi daha gür çıkabilirdi.Bu ülkede AKM  gibi bir sanat merkezi polis kordonu altında,Taksim Sahnesi dönerci,Muhsin Ertuğrul Sahnesi kongre merkezi oldu.Yıllardır seyircinin tıka basa doldurduğu ,benim çok sevdiğim Fatih Reşat Nuri Güntekin Tiyatrosu tadilat maksadıyla tiyatro sezonunu açamadı. Bir daha açılacağına dair neden endişe duyuyorum acaba?O tiyatroyu da elimizden almaya niyet edenlere çok ah alacaklarını söylüyorum. Tiyatroyu özelleştirme değil ancak özerkleştirme kurtarabilir.Yazılı ve görsel medyada kendine küçük de olsa yer bulamayan bir sanattan söz ediyoruz.Yıllardır ”Arkaik” bulunarak küçümsenmiş, hep burun kıvrılmış.Tiyatronun yanından yöresinden bile geçmeyen kalemlerin tiyatroyu kötüleme yarışında olmalarını aklım almıyor! Şimdiler de küçük tiyatroları pohpohlama çabası içine girmiş olmalarını inandırıcı bulmasam da onaylıyorum.Tiyatroya verilen en küçük desteği bile önemsiyorum da ondan. AVM ne tıkılan tiyatrolar can çekişiyor.Tiyatro, her türlü baskıya rağmen yine de nefes alıyorsa ona değer veren seyircisi ve bıkmadan,gücenmeden bu sanatı yapan insanlar sayesindedir.Yüzlerce yıllık geçmişe sahip bir sanatı yok etmek mümkün mü?

Seyircinin ilgi gösterdiği oyunları oynamak varken neden her yıl yeni bir oyun yapma çabası içindesiniz?

HÜLYA KARAKAŞ: Tutmuş bir oyun ille de beş sezon oynar diye bir kural mı var? Böyle bir kural varsa da benim için kural değil o zaman. Çünkü oyunlar da eskir!Çünkü o oyunlar da oynayan oyuncular da yorulur ve bıkar!Tutmuş oyunların yoğun bir programı vardır,sürekli oynamak zorundasındır.Yönettiğim oyunlar da genellikle oynadığım için bir oyunun başlangıcını,gelişme sürecini ve birkaç sezon sonra nasıl yıprandığını görüyorum.Dolayısıyla ben de yıpranıyorum! Bazen de oyunun istediğiniz gibi çıkmadığını görürsünüz. Sahnelenen oyunu seyirci sevmez, sevmediği için de gelmez. Seyircisinin az olduğunu kabul etmezsen,kendi sanatsal serüveninle hesaplaşmazsan daha da az seyircinin geldiği oyunlar yaparsın o kadar! Oyuncu seçimin doğru değilse,iyi bir ekip kuramamışsan, fazla hazırlık yapmadan bir oyuna başlamışsın tepe taklak düşmen kaçınılmazdır.Her yaptığımız oyun şahane olsaydı  Türk Tiyatrosu ihya olurdu! Yeni bir oyun yapmak iyidir.Yepyeni bir serüvene doğru sürüklenirsiniz.Yeni bilgilerle tazelenirsiniz.Kaldı ki bir ödenekli bir kurumda çalışıyorsanız, yönettiğiniz ve oynadığınız oyunlar sizin değil kurumun işidir.Siz sadece sahnede hayallerinizi paylaşmışsınızdır.Siz değil yönetim kademesinde olanlar yaptığınız oyunun repertuarda kalıp kalmamasına karar verir.İnsaflı davranıp yönetmenin görüşünü almaları en makbul olan yöntemdir,ama bazı yöneticiler bunu yapmaktan kaçar. Keyfi oyun kaldırmalarına karşıyım elbette.Her oyun koca bir zaman,büyük bir emek ve bütçe demektir. Mutlaka iyi düşünülmeli,seyirci faktörü göz önünde tutulmalı.Bir oyunun ille de oynanması gerektiğine objektif olması koşuluyla yönetmenin karar vermesi doğrudur bana göre.

Sezon için hazırladığınız bir projeniz var mı?

HÜLYA KARAKAŞ:  İki projem var.Birincisi Şehir Tiyatroların da,Sam Bobrick’in yazdığı,Elif Nutku’nun dilimize çevirdiği şahane bir komedinin provalarına başlayacağım çok yakın bir tarihte.Bu kez ipi sağlam kazığa bağladım ve dizginleri bırakmaya niyetim yok.Seyircisi garanti bir oyun dersem abartmış mı olurum acaba?Tiyatro bu belli mi olur! Tiyatro tarihi, beğenilmediği için çöpe atılan “şahane” oyunlarla doludur! Oyunun orijinal adı “Son Şans”, biz de “Şansa Bak” adıyla sahnelenecek.İsim değişikliği  teklifime çevirmenin önerisi böyle olunca ben de yeni ismi mutlulukla kabul ettim. İkinci projem ise,gerçekleştirebilecek vaktim kalırsa, Shakespeare karakterleri üzerinden iktidar ve güç savaşlarını yansıtan bir oyunu bağımsız bir tiyatro da oynamak hayalini kuruyorum.

RÖPORTAJ: SABİT DOĞAN

www.dogansanat.com

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.