Tamer Levent:Oyuncu”/ Bütün insanlar oyuncudur” diyor William Shakespeare.

0

“Bütün insanlar oyuncudur” diyor William Shakespeare.

“Beğendiğiniz gibi” isimli oyununda Jaques Usta ya söyletiyor bu toplumbilimsel saptamasını !

“Bütün dünya oyun sahnesi” diye başlıyor ünlü tirad! Bu hatırlatmanın hemen arkasından, internette rastlantısal olarak karşıma çıkan bir sitede bu durumu sorun olarak gören bir kişinin yazdıklarından bir paragraf paylaşıyorum sizlerle !

Tamer Levent info@dirensanat.com Fotoğraf: Nurhan Çelik

 

Sorsan insanlara, her biri benzerlikler haricinde beni farklı farklı anlatır. Bu ama onların suçu değil. Bu benim onlara gösterdiğim onlarca yüzümden kaynaklanıyor. Ve ben bunun yeni farkına vardım. İş yerinde yine o pek önemli toplantılardan birinde aniden içimden, “yahu ben n’apıyorum burada? diye sordum kendime. Herkes farklı bir edayla, farklı bir tavırla kendilerinin ne kadar önemli olduğunu, fikirlerinin ne kadar önemsenmeye değer olduğunu göstermeye çalışıyor. Aynısını ben de yapıyorum. Sanki bir taraflarıma madalya takacaklar anasını satayım. Ama aslında hiç de umurumda değil önemsenmek. Bana ne yahu? İsteyen istediği kararı versin ve yapsın yapacağını. Benim işim bana yeter, bir de diğerlerinin yaptığı işler hakkında mı düşüneyim? Ama işte bunu yapıyor gibi gösteriyormuşum kendimi. Salt Polyanna oynuyorum iş yerinde.”

İnsanlık en baştan beri rol oynadığının farkında iken, bu satırları ve daha çoğunu yazan bir kişi ise rol oynamayı kötü bir durum olarak görüyor. Rol oynamadan yaşamak istiyor… İşini sevmediğini söylüyor ve işini seviyormuş gibi davrandığı için kendisini yalancılıkla suçluyor.

Ona tavsiyede bulunan site sorumlusu da ona “duygularını dinle” önerisinde bulunuyor.

Ben de rol oynamayan insanın çok tehlikeli olacağını düşünüyorum. Örneğin bu kişi. Aklını değil de sadece duygularının sesini dinleyerek yaşayan insanın daha da çok  tehlikeli olacağını düşünüyorum.

İnsan oynayan bir varlıktır. Johan Huizinga ‘Homo Ludens’ isimli kitabında bunu anlatır. Burada anlatılan “oyun oynamak” içinde rol oynamakta var!

‘Homo Ludens’i Türkçeye Prof. Dr. Mehmet Ali Kılıçbay çevirdi. ‘Oynayan İnsan’ demek.

Duygusallık dışında bir gerçek bu…

Kavramlar  bizim toplumumuzda pek önemli değil. Köy Enstitülerinin kapatılmasından sonra büsbütün önemini yitirmiş. Pratik bir toplum olmuşuz. Bütün bilgilere doğuştan sahip olduğunu zannetme noktasında hem de. Rol oynamanın da bu anlamda kötü bir kavram olduğuna karar vermiş. Kendini tanımamak, sadece duygularıyla davranmak… Kızdığı zaman kendini sakinleştirmek yerine, köpüre köpüre kızgınlığını arttırmak. Canı istiyorsa, saldırmak, taciz etmek, çok çıldırırsa öldürmek… Başkalarını suçlamak, bir yeri, bir işi, bir sevgiliyi aniden bırakıp gitmek… Hep kendisini haklı bulmak… Bunların hepsi su katılmamış duygusal davranışlar olarak örneklenebilir. Yani harbici adam. Ama neye göre!? Rol oynamak insanın kendi kendisini yönetirken, kendisini kontrol etmesi demektir. Yani demokrasi kültürünün temel kuralı. Çünkü düşünen insan rol oynayan insandır. Kendini kontrol edebilen insandır!

İnsanlar rol oynamayı bilmese idi bu gün hukuk kavramı gelişmezdi Demokrasi kavramı gelişmezdi. Kan gövdeyi götürürdü. Duygusallık ve duyarlılık birbirlerinden farklı kavramlardır. Rol oynamayı bilen insan kendisini tanıyan insandır. Rol oynamayı bilmek farkındalıktır. Buna sahip olan insan rolü ve yaşamı arasında sürekli karşılaştırmalar yapar. Kişisel gelişimini ve kişiliğini geliştirmeyi içtenlikle, titizlikle ister. Bunu olmazsa olmaz bir gereksinim olarak görür. Yukarıdaki ‘dertli’ alıntıda belirtilen şekilde -eksik- de olsa, belli ölçüde kendisini tanır. Ama, rol oynama kavramını yanlış gördüğü için kendisine kızar, çözüm de aramaz. Duygusaldır. Tepkilidir… Ne yapacağını bilemez! Ama, çaresiz, rolünü oynamaya devam eder. Etmese ne olacak. İşte bu kontroldür. Ama kendisini tanıyan yaratıcı insanın yapabileceği şeyleri yapamaz, İşinden memnun değilse kendisine başka alanlar yaratamaz. Çözüm aramak yerine “duygularının sesini dinlemeye” kalkar. Yanlış kararlar alır. kendisine ve başkalarına kızar. Sanki herkes ona karşıdır. Kendini başkalarının yerine koyarak düşünemez, yani empati yapamaz. Kendi yaşamının rolünü bulamadığı için bunalıma girer. Başkalarını çok mutlu zanneder! Başkalarının ona hava attığını zanneder. Komik durumlara düşebilir……

Dramatik olan, durumsal olan demektir. İnsanın iç dramatik dünyası onun düşünceleridir. Dış dramatik dünyası ise bedensel anlatımı ve yüzüdür.

İnsan iç dramatik dünyasında, Konstantin Stanislavsky’nin öğrencisi Boleslavsky’nin de söylediği gibi, sahnede rol oynarken evde anahtarını nerede kaybettiğini düşünebilir.

Stanislavsky’nin ‘Bir Aktör Hazırlanıyor’ isimli kitabındaki ‘Bir Broş Hikâyesi’ başlıklı ders  duygusallık karşıtıdır. Oysa birçok kişi, Bertold Brecht’i salt akıl, Stanislavsky’i de salt duygusallık zanneder. Peter Brook, ‘Değişim Noktaları’ isimli kitabında böyle düşünmenin saçmalığını anlatır. Öğretmen öğrenciye bir tema verir ve doğaçlama oynamasını ister. Kendini trans halde duygusal bir havaya sokan öğrenci, öğretmeni duymamış, bulunması gereken broşu bulmak için, duygusal bir trans hali yaratıp, oraya buraya koşmuş bitkin bir halde yere düşmüştür. Oysa öğretmen ona sahnede saklı olan broşu bulmasını söylemiştir. Öğretmen “Broş nerede?” diye sorduğunda öğrenci şaşırmıştır. Çünkü amacını düşünmeden oynadığı rolde, broşu bulma konusunu ciddiye almamıştır.

 

Stanislavsky’nin ‘Bir Aktör Hazırlanıyor’ isimli kitabı sadece tiyatro oyuncusu adaylarının değil, yaşam sahnesinde de rolünü, iyi; güzel ve doğru (Aristo’nun ‘sanat’ tanımı) oynamak isteyenlerin tüm insanların okuması gereken bir kitap.

‘Sanat’ ürünün değil, sürecin adıdır, diyoruz hep. İnsanın rol oynamadığını zannetmesi, süreçsel bir yanlıştır. Kendini tanıyamaz, kişisel eksiklerini keşfederek, kendini geliştiremez. İnsanlığın başlangıcından beri var olan ‘drama’, durum demektir. İnsanın iç ve dış durumlarını inceler. Buradan edebiyat eseri yazılabilir, tiyatro oyunu yaratılabilir. Seyirciye gösterilir. Drama ise, rol oynama yöntemi ile o durumu inceler. Her ikisinde de rol oynama var yani. Toplumsal yaşamda olduğu gibi. ‘Dramatik olan’ yaşamın içinden seçilmiş anlar, durumlardır. Dramatizasyon, onları oyunlaştırmaktır. Oynayan insan bunun için dramaya, tiyatroya, sinemaya, hikâyeye, şiire, dansa, resme, müziğe ihtiyaç duyar. Çünkü bu zanaatlar yanılsama zanaatlarıdır. Hazırlanma süreci ise ‘sanat’! Her zanaat erbabının yaptığının sanat olmaması o hazırlanma sürecindeki yaklaşımı ile ilgilidir! Ancak  sürecin iyi, güzel, doğru (etik, estetik, adalet) ile ölçülmesi o sürecin ‘sanat’ değerini oluşturur.

Bu durumda, yaşama süreci de etik, estetik ve adalet ölçümlemesi ile  ölçüldüğünde, insan (ürün) yaşamının ‘sanat’ değerini ortaya çıkarır. Bu ölçümleme açısından bakıldığında da ‘sanat’ kavramının günümüz insanın yaşamında, kültürel olarak, Rönesans insanının yaşamındaki kadar yer almadığı anlaşılır. Bunun nedeni, Rönesans gerçekleştirmemiş toplumlarda, ‘sanat’ kavramının tanımlanmamış olmasıdır. Bu nedenle doğru tanımı olmayan bir kavramın yaşamda ne kadar önem taşıyan bir kavram olduğu da  anlaşılmamıştır.

İçinde bulunduğumuz yüzyılda insanlık ‘sanat’ kavramına bu yüzyılın, teknik olanakları ile paralel yeni bir anlayışla ihtiyaç duyuyor. Bu, insanın robotlaşmasına karşı olan anlayışın adı ‘SANATAEVET’tir. Yaşamın her alanının ve ânının sanatlı kılınması için, bu, etik, estetik ve adalet değerleri ile ölçülen, önce insanın mutluluğuna değer veren, bir yaşama biçimi olmalıdır. Bu anlamda değerler oluşmasını sağlayan, bütün üretimlerin kalite standardını belirleyen; insana tecavüzü, saldırıyı ve istismarı etik, estetik ve adalet ile suçlu bulan; iletişim bozuklukları, istismarlar, dünya ailesinin huzurunu kaçıran tahrikler, yanlış yönlendirmeler, savaş nedenleri, barış kavramının gerçekleşememesi, gibi konularda, etik, estetik ve adil yaşamak isteyen insanların yaratıcı çözümler üretmesini özendiren bir yaşama biçimi önerisi olmalıdır.

Tamer Levent Her insan, sahip olduğu özellikler ile doğal sürecin birer ürünüdür. Ancak, kendisini geliştirmesi ve kişisel gelişim talebinde bulunması gerekir. Çünkü bu onun yemek, içmek kadar varoluş nedeni ile ilgili ihtiyacıdır. SANATAEVET  bu ihtiyacın adıdır.

O zaman insan rol oynamaktan bunalıma girmeyecek, aksine insanlık adına rolünü bilerek ve isteyerek oynamanın hazzını duyacaktır.

Geçen günlerde, ‘İstanbullu Gelin’ dizisinin çekimlerimden yarattığım zamanlarda, bol bol tiyatro oyunu izledim. konserlere gittim. atölye çalışmaları yönettim ve Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nin 500-600 kişilik toplantı salonunda öğrencileri ile buluştum, birlikte “SANATAEVET” dedik.

Okuyucuya Not:Yaratıcı yeni kuşakların oluşması için yola çıktık. Bu yıl 5.si düzenlenen İstanbul çocuk ve Gençlik Sanat Festivali için son başvuru 28 Şubat. Öğretmenlerimize ve ebeveynlerimize açık çağrıdır; çocuklarımızın , gençlerimizin projelerini, eserlerini, fikirlerini önemsiyoruz. SANATA EVET diyoruz. Sizleri sanata davet ediyoruz. #sanataevet #cocukgenclikbienal

 

Bu yazıda bulabilcekleriniz:

Tamer Levent’in Tiyatro ve oyunculuk üzerine yazıları,

Tamer Levent ve atölye çalışmaları, Tamer Levent ve Sanataevet, sanata evet ne demektir, Tamer Levent tiyatro yazıları, Tamer Levent drama yazıları, Tamer Levent oyunculuk sanatı üzerine yazıları,

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.