Bak Bizim Şarkılarımızı Çalıyorlar Müzikali’nin Yönetmeni Ersin Umulu İle Röportaj

0

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın geniş repertuarında bugünlerde bir de müzikal yer alıyor. ‘Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar’ bu ay 15 ile 25 Şubat günleri arasında Ümraniye Sahnesi’nde seyirci karşısına çıkıyor. Seyircinin yanı sıra eleştirmenlerin de övgüsünü kazanan müzikalin yönetmeni Ersin Umulu ile bir söyleşi yaptık….

 

 

Sabit Doğan
mail:info@dirensanat.com

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda daha önce oyunlar yönetmiştiniz, bu kez bir müzikal seçerken ne düşündünüz?

Yıllarca müzikallerde oynadım. Avrupa’ya gittiğimde her zaman müzikallere gitmeye öncelik verdim. Çünkü müzikallerin ayrı bir enerjisi var… Şehir Tiyatroları’nda Broadway müzikalleri gibi bir oyun nasıl sahnelenebilir, diye düşünüp bunun yollarını araştırmaya giriştim. Öncelikle az kadrolu bir proje düşündüm ve bu tarz oyunlar okumaya başladım. Karşıma ’Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar’ çıktı ve onun üzerinde çalışmaya karar verdim. Oyunun gerçek bir aşk şarkısından yola çıkılarak yazılmış olması da ayrı bir neden… Okudukça daha çok sevdim… Oyunu okurken kafamda Özge Özder ve Ali Mert Yavuzcan   canlandı. Bu arada da repertuarımızda ‘12. Gece’ devam ediyor, Özge Özder ile birlikte oynuyoruz. Ona da “’Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar’ diye bir oyun okuyorum, sahnelersem bize katılır mısın?” dedim. Konuşurken, Ali Mert Yavuzcan ile konservatuarda arkadaş olduklarını öğrendim. Onların dostluğu ve arkadaşlığı birbirini tanıyan bilen iki oyuncu olmaları bu oyun için çok önemliydi. Daha ilk görüşmelerimizde ikisi de projeyi seve seve sahiplendiler. Sanatta özellikle de sahne sanatlarında başarı için her şeyden önce; bütün ekibin bir projeyi sevmesi, dört elle sarılması ve mutlulukla sürdürmesi gelir… Bunu birlikteliği sağladıktan sonra metni  İstanbul Şehir Tiyatroları yönetimine sundum, Repertuar Kurulu’ndan geçti.

 

‘12. Gece’ her anlamda belli bir düzeyin üstüne çıkmış, başarılı, seyirciden büyük ilgi gören bir yapıttı. Bu oyun ilgi görüp, sürerken, siz de bu durumdan memnunken, neden oldukça zahmetli bir oyuna giriştiniz? Bu oyuncular için de geçerli elbette.

Şunu unutmayalım, bunu gelecek sezon için planlıyoruz. Çünkü bir oyunun rehavetine kapılmamalıyız. Sanatçının bünyesi yeni şeyler ister. Oyunculuğun ruhunda bu var. ‘12. Gece’ her zaman gündemdeydi, iki yıl oynandı, hepimiz için yeni bir kan gerekiyordu. Ben Özge Özder’e ya da Ali Mert Yavuzcan’a teklif ettiğimde hiç savsaklamadılar, hemen çalışmaya giriştiler.

 

Çalışma süreci, provalar nasıl gelişti?

Herkesin bildiği gibi, sorun sadece oyuncuları bulmakla bitmiyor. Kast’ı hazırladık. Müzikler önemliydi, müzikleri OrçunTekelioğlu’na emanet ettik, orkestrayı kurdu, şarkı sözlerini de eşi Güliz Tekelioğlu dilimize  aktardı. Prova sürecimiz tam iki buçuk ay sürdü ve severek çalıştık. Doğru oyuncu doğru karaktiği giyiyor. Çok güzel bir kulisimiz var. Bu tamamen oyuna yansıdı. Oyuncular için de böyle. Doğru oyuncuyu seçtiğinizde doğru oyuncu doğru karakteri giyiyor. Tiyatroda “rolünü giyindi” diye bir deyim vardır. Bu tam Özge Özder ve Ali Mert Yavuzcan için söylenebilir. Bu tür sahne çalışmalarında en önemli olan sahnede oyunun ruhunu yakalayabilmekti. Ekibimiz, oyuncusuyla, dansçısıyla, müzisyeniyle o ruhu yakalayabildi. Oyunun gördüğü ilgi de bunun kanıtı sanırım.

Müzikal olduğuna göre şarkılardan başlayalım. Şarkılara nasıl karar verdiniz? Şarkı sözlerini dilimize aktarmaya neden gerek duydunuz?

Türk seyirciye oynuyoruz. Yabancı dilde oynasaydık çok daha zorlanırdık, anlaşılması daha zor olurdu. Belirli bir seyirci standardımız yok. Her yaş grubuna oynamak zorunayız, yediden yetmişine kadar ulaşmaya çalıştık. Önemli olan her yaştan insanın algılayabileceği bir kanalı yakalamak. Türk seyircisine oynuyorsak Türkçe oynamalıyız, diye düşündük. Ulaşılabilir, anlaşılabilir olmak için.

 

Bugünlerde müzikallerde ya da müzikli oyunlarda ‘playback’ kullanılıyor…

Playback kullanılabilirdi ama bu bize yakışmazdı. Her türlü riski göze alarak canlı söylettik ve çok daha başarılı bir iş çıkardık.  Önemli olan o kondisyonu da göstermek.  Nasıl yurt dışında Broadway Müzikalleri yapılıyorsa Türkiye’de de böyle yapılmak zorunda. Evet bir risk var, oyuncular hastalanabilir, sesleri kısılabilir. Bir kayıt düşünüyoruz ama bu da bir sürprizle karşılaştığımızda kullanılmak üzere. Çünkü, iki oyuncu da sürekli sahnede, tam iki buçuk saat kulise gitmeden,  kostüm değiştiriyorlar su bile içemeden tekrar sahneye çıkıyorlar.

Özge Özder-Ali Mert Yavuzcan

Çalışmalarınız sırasında zorlandığınız anlar oldu mu?

Beni yalnızca teknik olanaksızlıklar zorladı. Sahnelerimizin teknik sorunları var. Özellikle ses düzenindeki… Bu Türkiye‘nin önemli bir sorunu. Salona doğru bir ses yalıtımı yok. Salonun her bölgesine sesler farklı şekilde ulaşıyor. En çok bizi yoran bu çalışma. Onun için çok titiz bir çalışma yaptık. Sabahlara kadar bu ses düzenine çalıştık.  Özge Özder ve Ali Mert Yavuzcan canlarını dişlerine takarak çalıştı.

 

Oyunun ilgi görmesinde dansçıların payı inkar edilemez. Onlarla nasıl çalıştınız, dört dansçı az değil mi?

Koreografiyi dansçılardan biri olan Köksal Ünal yaptı. İyi referansları vardı, daha önce Devlet Tiyatroları’nda, Zorlu PSM’de gösterileri olmuştu. Bu projede düşüncelerimiz uyuştu. Diğer yönetmenlerin aksine bütün hareketleri önce çizdik, ondan sonra sonra sahneye uyguladık. Dansçılar iki karakterin iç dünyalarını yansıttı, bu açıdan zorlu bir işti…  Bavul, tekerlekli sandalye kullandık. Hep ters köşeler yaptık… Hayalimi çok iyi yansıttılar, diyebilirim. Yeni oyunlar çıktığı için sürekli bu oyuncular paylaşılıyor.

 

Müzikallerde görkemli dekorlar beklenir. Siz, aksine çok sade bir dekor onlayışını benimsemişsiniz…

Sahne tasarımımızı Eylül Gürcan yaptı. Çok yalın bir tarz denedim. O kadar çok sahne değiştiriliyor ki… Ağır bir dekor olsa çok zor olurdu.  Benim için önemli olan yeterli olandan yeteri kadar olması… En minimali yakalamaya çalıştım.

 

Zamanda da bazı oynamalar yapmışsınız…

Oyun aslında 1978 yılında geçiyor.  Ben, biraz daha güncelleştirmek istedim ve 2017’ye taşıdım. Artık o telefonlar kullanılmıyor. Tekerleme ile müzik yapan da pek yok. Kulüp havasını koruduk ama tekno kullandık. Disko kullanarak bugüne çekmek istedik. O zaman seyirci kendinden bir şeyler buluyor.

Oyunun temasında ‘sanatçı olmak’, ‘sanatçı duyarlığı’ öne çıkıyor…

Evet yazarın,  Neil Simon’ın önemi de burada ortaya çıkıyor. Elbette her ikisini de tanımış olmasının da payı var ama karakterleri çok başarılı bir şekilde yansıtıyor. ‘Sanatçı duyarlılığı’  iki karakterde de çok önemli. Biri besteci, diğeri başarı yolunda hızla yükselen biri…  Ajansları o yüzden onları birleştiriyor. İkisi de sanatçı ve duyguları var. Beş yıllık bir ilişkileri olmuş. Eski sevgiyi bu kadar çok kökünden koparmak kolay olabilir mi? Şarkı sözü yazarlığından bahsediyoruz. Bazen çılgın anlarımız olur ama iki kişi baş başa kaldığı zaman yaşanan duygu akışı çok bambaşka. Kim olsa başarılı bir adamdan etkilenir… Sana yaklaştı ve duygularını da okşamaya başladı ve aşk doğdu. Vernon’un ayakkabılarını çıkarmış ve “uyuyamıyorum” dediği bir an var.  İlk kez orada ,itiraf ediyor; ”âşık oldum…. Uyuyamıyorum… Ben bu duruma düşmeyi hiç kendime yediremiyorum…” Aşk hepimiz için öyle herkesi bir yerlerde bir şekilde buluyor ve allak bullak ediyor.

Özel tiyatroların olanaksızlıklarından söz edilebilir ama, ödenekli tiyatrolarımız da müzikaller çok azdı. Son bir iki yılda çoğaldı. Seyirci ilgisi olmasına rağmen niçin müzikal sahnelenmiyor?

Bu tür bir performansı gösterecek sanatçı sayısının çok az olması en önemli neden. Oyunun kadrosu kalabalıklaştıkça bir araya getirmek çok zor.  Bu iş çok daha özveri isteyen bir iş. Sanatın her kolu özveri istiyor ama bu iki kat daha fazla özveri isteyen bir iş.  Donanımınız çok çok iyi olmak zorunda. Öncelikle nefesinizi çok doğru ayarlamak çok doğru kullanmak gerekiyor. Bu oyundaki hiçbir arkadaşım sigara içmiyor. Aksi halde o kondisyonu asla gösteremezler.

Yerli müzikaller konusunda tiyatromuzun genel bir sorunu olan yazar eksikliği de söz konusu.  Dönüp dolaşıp yine ‘Yedi Kocalı Hürmüz’ü yapıyoruz. Saygı duyuyoruz elbette ama yenilik yok.  Keşke benim yazarlarım yazsa da bizim hikâyelerimizi ben sahnelesem. Müzikal oyun yazarlığının dışında başka da bir yetenek getiriyor. Oyuncunun daha bir fazla yaratıcı, artist olması lazım.

Röportaj: Sabit Doğan

www.dirensanat.com

PAYLAŞIM
Önceki İçerikMesajım mesajın olsun mu ? ‘Mutluyduk Belki Bugüne Kadar’
Sonraki İçerikGeleceğin Sineması’na Başvurular Başladı
SABİT DOĞAN Eğitimci • Yazar • Sanat İnsanı • Dijital İçerik Üreticisi Sanatın İzinde Başlayan Bir Yolculuk Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu olan Sabit Doğan, sanatla ilk kez OMÜ Tiyatro Topluluğu’nda (OMÜTİT) tanıştı. “Kanlı Nigar” oyunundaki Narçin karakteriyle sahneye adım attığında, performansı büyük yankı uyandırdı; oyun onlarca kez sahnelendi, her şehirde yoğun ilgi gördü. Eğitimci kimliğine geçişinde idealizmiyle öne çıkan Doğan, öğretmenliğe Şanlıurfa Siverek’in Hanharabe Köyü’nde başladı. İstanbul’un konforunu geride bırakıp, zor koşullarda eğitim vermeyi seçti. Askerliğini Şırnak Beytüşşebap’ta yaptıktan sonra yeniden İstanbul’a döndü. Yazarlık, Dergicilik ve Dijital Yayıncılık İstanbul yıllarında tiyatro oyunculuğu, metin yazarlığı ve senaryo çalışmalarına yöneldi. Hürriyet Gösteri Dergisi'nde Hami Çağdaş’la birlikte hazırladığı kültür–sanat dosyaları ve röportajlar büyük ses getirdi. Daha sonra kurduğu www.dirensanat.com adlı dijital sanat portalı, 15 yıldır Türkiye’nin en saygın kültür–sanat yayınlarından biri olarak varlığını sürdürüyor. Hem kurucusu, hem yayın yönetmeni, hem de editörü olan Doğan; sanatın ve sanatçının sesi olmayı ilke edindi. Portal, “Yılın En Prestijli Sanat Haber Kaynağı” ödülünü kazandı. Diren Sanat YouTube Kanalı’nda ise 200’ü aşkın sanatçı, yönetmen ve yazarla yaptığı röportajlar sanat dünyasında büyük yankı uyandırdı. Eğitimde İnovasyon ve Duyarlılık Sabit Doğan, Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde biyoloji öğretmenliği yapmaktadır. %0,1’lik dilimden öğrenci alan bu okulda 15 yıldır görev yapmakta; sadece ders anlatan değil, öğrencilerini yaşamla tanıştıran bir rehber olarak görülmektedir. Kurucusu olduğu Robotik Kulübü, ulusal ve uluslararası yarışmalarda birincilikler kazandı. Ayrıca Raylı Sistemler Projesi’ni organize edip yürütücülüğünü üstlendi, Beyaz Bayrak Projesi’nde görev aldı, TÜBİTAK Türkiye Birinciliği kazanan öğrenciler yetiştirdi. Türkiye’de mobbing kavramını ilk kez gündeme getiren eğitimcilerden biri olarak dikkat çekti. Bu konuda açtığı ilk davalar ve kamuoyu çalışmaları birçok kişiye cesaret verdi; hakkında tezler yazıldı. Dijital Dönüşümün Sanatçı Yüzü Sabit Doğan bugün, sosyal medyada milyonlara ulaşan içerikleriyle hem sanatın hem eğitimin yüzünü dijital dünyaya taşımaktadır. Eğitim, sanat, mizah, kişisel gelişim, yemek kültürü ve edebiyatı harmanlayan içerikleri; aylık 40 milyondan fazla izlenme elde etmektedir. Kendisini “bilim ve sanatın izinde yürüyen bir eğitimci” olarak tanımlasa da, izleyicileri onu çoğu zaman evin içindeki bir dost, bir ağabey, bir rehber olarak görür. Sıcaklığıyla, derinliğiyle ve üretkenliğiyle hem öğretmen hem anlatıcı, hem sanat insanı hem de dijital çağın vicdanıdır. “Sanat, insanın kalbine dokunmadan hiçbir işe yaramaz.” — Sabit Doğan