Raoul Peck’in yönettiği ve August Diehl, Stefan Konarske, Vicky Krieps ile Olivier Gourmet’in oynadığı Genç Karl Marx (The Young Karl Marx), 19 Mayıs 2017’de Başka Sinema dağıtımıyla Bir Film tarafından vizyona çıkarıldı.
26 yaşındaki Karl Marx, karısı Jenny ile birlikte sürgüne gönderilir. 1844’te Paris’te, bir fabrikatörün oğlu olan Friedrich Engels ile tanışır. Narin ve nazik bir yapısı olan Friedrich Engels, Karl Marx’ın yeni dünya görüşünü oluşturan yapbozun eksik parçasını doldurur. Birlikte, sansür, polis baskınları, isyanlar ve siyasi kargaşa arasında, o güne kadar ne organize olabilmiş ne de kalıcı olabilmiş işçi hareketinin doğuşuna önderlik edeceklerdir.

 

26 yaşındaki Karl Marx, karısı Jenny ile birlikte sürgüne gönderilir. 1844’te Paris’te, İngiliz proletaryasının çirkin başlangıcını çalışan, bir fabrikatörün oğlu olan Friedrich Engels ile tanışır. Narin ve nazik bir yapısı olan Engels, Marx’ın yeni dünya görüşünü oluşturan yapbozun eksik parçasını doldurur. Birlikte, sansür, polis baskınları, isyanlar ve siyasi kargaşa arasında, o güne kadar ne organize olabilmiş ne de kalıcı olabilmiş işçi hareketinin doğuşuna önderlik edeceklerdir. Bu hareket, parlak, küstahça cesur ve zehir gibi zeki iki genç adamın önderliğinde, Rönesans’tan bu yana dünyanın şahit olduğu en sağlam teorik ve politik dönüşüme evrilecektir.

YÖNETMENİN GÖRÜŞÜ

Karl Marx’ı çözmeye çalışmak. Ama hangi Marx’ı? Kimilerinin engellenmiş ütopyası olan, kimilerini içinse unutulsa iyi olur dediği bir çalışma mı? Yoksa onun anlaşılması güç mirasını bizzat yaşayan Avrupalılar ya da dünyanın başka yerinde yaşayanlar için travmatik bir anı mı? Anlaşılması güç bir adam ve düşünceleri mi? Yoksa tehlikeli ve son kullanma tarihi geçmiş bir doktrin mi?

karl-marx-3

Berlin’de Madame Tussauds’ta Angela Merkel ile Marlene Dietrich’in ortasında, gözlerindeki katı bakışlarla, neredeyse neredeyse insan olmaktan uzak, her daim taşıdığı sakalıyla muzaffer bir balmumu heykeli olarak sonlanan yorgun bir adam mı? Ancak yine de, dünyanın bir dizi istisnai finansal krizler yaşadığı sırada, beklenmedik şekilde Karl Marx’a, yeniden alevlenen popülaritesiyle birlikte iki katına çıkan bir ilgi oluştu. Geçtiğimiz birkaç yılda Marx, Time, Newsweek, Forbes, Financial Times ve hatta Der Spiegel gibi dergilerin kapaklarına taşındı. 1999’da BBC’nin yaptığı bir ankete göre, Albert Einsten’ı ikinci sırada bırakarak, yüzyılın en büyük düşünürü seçilmişti. 2014’te, Fransız ekonomist Thomas Piketty’nin Karl Marx’ın teorilerine ışık tuttuğu Yirmi Birinci Yüzyılda Kapital isimli kitabı Amerika’da, 450.000 kopya sattı. Ne gazeteciler ne de ekonomistler yargılarında yanıldılar. Berlin Duvarının yıkılışının 27. Yılını kutladığımız bu dönemde temellere, Karl Marx’ın bilimsel çalışmasının özünün ne olduğuna dönmek artık mümkün. Bunu yaparken de, onun çalışmalarından etkilenip 20. yüzyılın dünya düzenini parçalayan doktrinlerin sorunlarını ya da sorumluluğunu sırtlanmak zorunda değiliz. Karl Marx, filmlerimin ve hayatımın erken dönemlerinde bir parçam oldu. Her türlü dogmaya karşı mesafeli durdum. Buna “Marksistler” de dahil. Onun kitaplarıyla ilk tanışmam, polemiğin daha az olduğu bir çevrede, akademik bir zeminde gerçekleştiği için şanslıydım. O zamanlarda, Avrupa-Komünizmi’ni ve yeni yolları tartışıyorduk. İtalya’nın sendikaları ve partileri bir araya getirip daha şeffaf ve demokratik bir strateji

karl-marx-4

benimsemeye çalıştığı örnekleri konuşuyorduk. Bu sırada, Fransız Komünist Partisi, Sovyetler Birliği diktatlarına kayıtsız şartsız bağlılığının nasıl başarısızlıkla sonuçlanacağının örneklerini resmediyordu. Daha 17 yaşındaydım. Üniversite eğitimim için (Batı) Berlin’e gelmiştim. Diğer pek çok arkadaşım gibi akademik kariyerimin başlarında “Kapital”in okunduğu derslere katıldım. Bu dersler, Free University of Berlin’deki birkaç bölümde (Sosyoloji Bölümü, Psikoloji Bölümü gibi) zorunlu olduğu gibi, diğer yandan Herbert Marcuse, Theodor Adorno, Jürgen Habermas, Max Horkheimer ve “Frankfurt Okulu”nun diğer isimlerinin derin etkilerinin hissedildiği bir çevrede konuyu entelektüel ve “bilimsel” olarak enine boyuna incelemek isteyenler için de önemli bir konuydu. Herkes gibi, ben de itinayla Kapital’in üç cildinin (“Die drei Bände”) işlendiği dört yıllık seminerlere katıldım ve dogmalardan ziyade Karl Marx’ın kendisi ve çalışmaları hakkında bilgi sahibi oldum. Bazı Avrupalılar için tarihin bu hassas dönemi, hala, herhangi bir makul ya da açık bir tartışmaya izin vermeyen kırmızı çizginin çekildiği bir tabu. Ancak bu mirasın onulmayan yaraları, yaşamının büyük bir kısmını Fransa ve İngiltere’de sürgünde geçirmesine rağmen, Marx’ın bir Alman olduğunu ve bu yüzden ülkenin mirasının içkin bir parçası olduğunu gerçeğini eksiltmiyor.

karl-marx-5

Kendime sorduğum ikinci soru, nasıl bir film yapacağımdı. Yorgun suratlı, kıvır kıvır sakallarıyla İngilizce konuşup, belli belirsiz politik mesajlar veren, çocuklarının peş peşe gelen ölümlerinin ardından birkaç damla göz yaşı döküp, karısını aldatan biraz naif, biraz öfkeli bir adamı resmeden Amerikan tarzı bir “biyografi” mi çekecektim? Kesinlikle hayır. Ne de Marksist düşüncenin Sovyetler gibi ülkelere kaydığı sonraki dönemiyle ilgilenecektim. Engizisyon’u dışarıda tuttuğu için eleştirilen ve The Last Temptation of Christ’ı Hristiyanlaştırmaya zorlanan Scorsese değil miydi? Başından beri, tarihi gerçekleri saptırmadan, en geniş kitleye ulaşabileceğim bir film yapmaya karar vermiştim. Kişisel geçmişimden ve belli bir perspektiften bakarak, Pascal Bonitzer ile kendime, bu muhteşem eserin köklerine inme özgürlüğünü verdim. Raymond Aron’un (Jean-Paul Sartre, onu, kendisinin aynadaki muhafazakar yansıması olarak görür ama Aron, çelişkili biçimde genç Karl Marx’ın çalışmalarını en iyi anlayan akademisyenlerden biri olmuştur), çok iyi açıkladığı gibi: “Marksizm’in öyle bir özgünlüğü vardır ki, onu beş dakikada da, beş saatte de, beş yılda da, yarım yüzyılda da açıklayabilirsiniz. Doğrusu, tüm özünü yarım saat içinde de özetleyebilirsiniz. Böylece, Marksizm tarihi hakkında hiçbir şey bilmeyenlerin, bütün ömürlerini Marksizm çalışmaya adamış insanlara kulak vermelerine imkan tanımış olursunuz.”

karl-marx-6

Kamerayı, karakterlerin gençliğine ve hareketin yapısına uydurabilmek adına modern ve akıcı kullanmaya çalıştım. Üç aktör, karakterlerin arasındaki sarsılmaz dostluğu yaratabilmek için provalara katıldılar. Üçlü arasındaki simbiyotik ilişki, fırtınalı gençliklerinin davalarında ve çetin sınavlarında ortaya çıkıyor. Amacım, sayısız örneğini izlediğimiz bir dönem filmi yapmaktan ziyade, seyirciyi 1840’ların Avrupası’nı soluyabilecekleri –dönemin ateşini yansıtan- bir atmosfer yaratmaktı: İngiliz fabrikalarındaki acımasızlık, aşırı derecedeki yoksulluk ve Manchester sokaklarının leş hali, Paris’teki yaşam alanlarındaki gösterişli sıcaklık (lüks konaklar, kütüphaneler vs.) ve dünyayı değiştirmeye hevesli gençlik enerjisi… Tüm bunlar, gittikçe artan eşitsizliğin ilk yıllarını yansaıtmak içn harmanlandı. Film, karakterlerin konuştuğu üç dilde (Fransızca, Almanca ve İngilizce) çekildi. Marx ve Engels, Almanca ve Fransızca konuşup, yazıyorlar ve nereye gidiyorlar, kimle konuşuyorlarsa dil ona göre değişiyor. Bu yüzden filmin büyük bir kısmı Fransızca. Marx’ın gençliğini anlatan bu hikaye, sinema dilinden anladığımız şekliyle kurmaca değil. Bu efsanevi karakterlerin gerçek ve hayat dolu hikayelerine ve dönemin “Zeitgeist”ına olabildiğince sadık kalmak istedik. Bu yüzden birincil kaynakları kullanmayı tercih ettik. (Farklı editörlerden ve vakanüvislerden yapılan intihalleri ve onların eserleri üzerine yapılan yanlış yorumları kullanmadık.)

karl-marx-7

Altı yıldan uzun süren bu film için, en ayırıcı ve önemli biyografileri ve çalışmaları bir araya getirdik. Ayrıca, karakterler arasında 1843’ten 1850’ye kadar süren yazışmalardan (Marx ve Engels arasındaki ciltlerce yazışmalar dahil) ve Raymond Aron’un College de France’daki derslerinden de yararlandık. Tüm bu çalışmalar, herhangi bir didaktik öğe içermeyen bir senaryoyla sonuçlandı. Dogmasına yaslanmış sakallı ihtiyar, bu karşı konulamayan üçlünün (Karl ve Jenny Marx, Friedrich Engels) gerilimle dolu Avrupa’da, sansüre maruz kalabilecekleri, benzeri görülmemiş halk (ve proletarya) devrimlerinin zirvesinde, entelektüel ve fiziksel maceralarının böylece gölgesinde kalıyor. Bugün, Marx’ın gri, uzun sakaları sadece yüzünü gizlemekle kalmıyor: Polemikten uzak, açıkça tartışma imkanını gölgeliyor ve düşünürün asıl bilimsel ve siyasi katkılarını, sıra dışı analitik yeteneklerini, hümanist amaçlarını, servet dağılımı, çocuk işçiliği, kadın-erkek arasındaki eşitlik gibi –bugün bile geçerliliğini koruyan önemli meseleleri- Avrupa’da ve başka yerlerde yaşanan durumlara karşı haklı kaygılarını arka plana atmış oluyor. Bu dönemi takip eden tarih üzerinde düşünüp taşınmak her birimize düşen bir görev artık. Daha otuzlu yaşlarına ulaşmadan, Karl Marx ve Friedrich Engels’in dünyayı, iyi ya da kötü, değiştirmeye başladıklarına şüphe yok. Filmin iletmeye çalıştığı mesaj da burada yatıyor: Gençlik ve fikir devrimi.

karl-marx-8

RAOUL PECK

Haiti’de doğup, çocukluğunu ve gençliğini Kongo, Amerika ve Fransa’da geçiren Raoul Peck, üniversiteyi Berlin’de okudu. 1996-1997 arasında Haiti Kültür Bakanlığı koltuğuna oturan Peck, 2010’dan beri La Fémis’in başında. 2002’de Berlin Film Festivali’nde, 2012’de Cannes Film Festivali’nde jüri görevlerinde bulundu.

SEÇME FİLMOGRAFİ

2016 BEN SENİN ZENCİN DEĞİLİM

2014 MURDER IN PACOT

2013 FATAL ASSISTANCE

2009 MOLOCH TROPICAL – L’éCOLE DU POUVOIR

2006 L’AFFAIRE VILLEMIN

2005 SOMETIMES IN APRIL

2000 LUMUMBA

1994 DESOUNEN: DIALOGUE WITH DEATH

1993 THE MAN ON THE SHORE

1990 LUMUMBA: DEATH OF A PROPHET

1988 HAITIAN CORNER

karl-marx-9

AUGUST DIEHL (KARL MARX)

Berlin doğumlu Diehl, Ernst Busch Academy of Dramatic Arts mezunu. İlk defa, başrolünü üstlendiği 23 (1988) adlı filmle ünlenen aktör, Soysuzlar Çetesi (2009) filminde rol aldıktan sonra uluslararası tanınırlık da kazandı.

YAKIN DÖNEM FİLMOGRAFİ

2018 RADEGUND

2016 ALLIED

2015 MAYISIN SEVGİLİ ÇİÇEKLERİ

2013 NIGHT TRAIN TO LISBON

2012 CONFESSION OF A CHILD OF THE CENTURY

2011 IF NOT US, WHO?

2010 AJAN SALT

2009 SOYSUZLAR ÇETESİ

FİLMİN KÜNYESİ

Yönetmen: Raoul Peck

Yapımcılar: Nicolas Blanc, Raoul Peck, Rémi Grellety, Robert Guédiguian

Görüntü Yönetimi: Kolja Brandt

Senarist: Pascal Bonitzer, Raoul Peck

Müzik: Alexei Aigui

Oyuncular: August Diehl, Stefan Konarske, Vicky Krieps, Olivier Gourmet Süre: 114 dakika

Fragman:

https://www.youtube.com/watch?v=5ifXrn2pjsk

PAYLAŞIM
Önceki İçerikLady Macbeth : Seks ve Cinayetin Baştan Çıkarıcı Karışımı
Sonraki İçerikNecat İşler ve Arif Akkaya’nın Kurduğu Bodrum Deneme Sahnesi ‘Uçlar’ Oyunu İle Geliyor
SABİT DOĞAN Eğitimci • Yazar • Sanat İnsanı • Dijital İçerik Üreticisi Sanatın İzinde Başlayan Bir Yolculuk Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği mezunu olan Sabit Doğan, sanatla ilk kez OMÜ Tiyatro Topluluğu’nda (OMÜTİT) tanıştı. “Kanlı Nigar” oyunundaki Narçin karakteriyle sahneye adım attığında, performansı büyük yankı uyandırdı; oyun onlarca kez sahnelendi, her şehirde yoğun ilgi gördü. Eğitimci kimliğine geçişinde idealizmiyle öne çıkan Doğan, öğretmenliğe Şanlıurfa Siverek’in Hanharabe Köyü’nde başladı. İstanbul’un konforunu geride bırakıp, zor koşullarda eğitim vermeyi seçti. Askerliğini Şırnak Beytüşşebap’ta yaptıktan sonra yeniden İstanbul’a döndü. Yazarlık, Dergicilik ve Dijital Yayıncılık İstanbul yıllarında tiyatro oyunculuğu, metin yazarlığı ve senaryo çalışmalarına yöneldi. Hürriyet Gösteri Dergisi'nde Hami Çağdaş’la birlikte hazırladığı kültür–sanat dosyaları ve röportajlar büyük ses getirdi. Daha sonra kurduğu www.dirensanat.com adlı dijital sanat portalı, 15 yıldır Türkiye’nin en saygın kültür–sanat yayınlarından biri olarak varlığını sürdürüyor. Hem kurucusu, hem yayın yönetmeni, hem de editörü olan Doğan; sanatın ve sanatçının sesi olmayı ilke edindi. Portal, “Yılın En Prestijli Sanat Haber Kaynağı” ödülünü kazandı. Diren Sanat YouTube Kanalı’nda ise 200’ü aşkın sanatçı, yönetmen ve yazarla yaptığı röportajlar sanat dünyasında büyük yankı uyandırdı. Eğitimde İnovasyon ve Duyarlılık Sabit Doğan, Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde biyoloji öğretmenliği yapmaktadır. %0,1’lik dilimden öğrenci alan bu okulda 15 yıldır görev yapmakta; sadece ders anlatan değil, öğrencilerini yaşamla tanıştıran bir rehber olarak görülmektedir. Kurucusu olduğu Robotik Kulübü, ulusal ve uluslararası yarışmalarda birincilikler kazandı. Ayrıca Raylı Sistemler Projesi’ni organize edip yürütücülüğünü üstlendi, Beyaz Bayrak Projesi’nde görev aldı, TÜBİTAK Türkiye Birinciliği kazanan öğrenciler yetiştirdi. Türkiye’de mobbing kavramını ilk kez gündeme getiren eğitimcilerden biri olarak dikkat çekti. Bu konuda açtığı ilk davalar ve kamuoyu çalışmaları birçok kişiye cesaret verdi; hakkında tezler yazıldı. Dijital Dönüşümün Sanatçı Yüzü Sabit Doğan bugün, sosyal medyada milyonlara ulaşan içerikleriyle hem sanatın hem eğitimin yüzünü dijital dünyaya taşımaktadır. Eğitim, sanat, mizah, kişisel gelişim, yemek kültürü ve edebiyatı harmanlayan içerikleri; aylık 40 milyondan fazla izlenme elde etmektedir. Kendisini “bilim ve sanatın izinde yürüyen bir eğitimci” olarak tanımlasa da, izleyicileri onu çoğu zaman evin içindeki bir dost, bir ağabey, bir rehber olarak görür. Sıcaklığıyla, derinliğiyle ve üretkenliğiyle hem öğretmen hem anlatıcı, hem sanat insanı hem de dijital çağın vicdanıdır. “Sanat, insanın kalbine dokunmadan hiçbir işe yaramaz.” — Sabit Doğan