YAVUZ PAK:MERVE ENGİN’DEN KADINA DAİR BİR “KESİT”

0

 

YAVUZ PAK
YAVUZ PAK

Birim Ömer Erol’un yazıp yönettiği, yönetmen yardımcılığını Melis Öz’ün, müziklerini Kıvılcım Ural ve Ceren Seferoğlu’nun yaptığı, fotoğraflarını Ceren Saner ve Tuğberk Onur’un, grafik tasarımını Tubi Creative’nin hazırladıkları ve Merve Engin’in oynadığı KESİT oyunu; kadına ve kadının yaşamına dair bu coğrafyanın toplumsal/bireysel algılarını sahneye taşırken, gerçekte, psikolojik/sosyolojik/politik/felsefi veçheleri üzerinden, kadına ve kadınlık hallerine tarihsel bir bakış açısı için kışkırtıyor bizleri. Gündelik yaşama dair dayatılmış toplumsal doğrulardan çaresizliğe ve intihara; ezberlenmiş kadınlık rollerinden öğretilmiş cinselliğe;  sindirilmiş eril hegemonyadan sessiz çığlıklarla yüreklerimizi sarsan şiddete ve tecavüze uzanan bir yolculuğa çıkarıyor seyircilerini KESİT.

“ Kadın ya da erkek; bunlar sıfatlaşmaktan ne kadar öteye geçebilir ki? Neden kadın? Neden Erkek?”*** Beden ya da kimlik…Kadının bedeninden öte bir kimliği olamayacağını buyurur muktedir. Kadının bedeninden yola çıkılarak, onun erkeğe göre aşağıdaki ve bağımlı konumu temellendirilmeye çalışılır. Bu bedenle sürekli oynanarak, o yeniden biçimlendirilerek, kadına bir kimlik verilir. Nitekim, Balandier, “toplumun uyduğu ilk yasa, tolumun toplum olarak kurulmasını sağlayan ilk iki kuraldan birinin, “haram birleşme” yasağıdır. Cinsel ilişkilerin böylece düzene sokulmasıyla, toplum içi ilişkiler de belirlenir” der.(1) Cinsel düzenleme ile, erkekler için yasaklanmış ve yasaklanmamış, dolayısıyla alınabilir ve verilebilir “kadın kategorileri” oluşur. Kadınların erkeklerarası bir değiş-tokuş aracına dönüşmesi, kadınlar üzerinde genel bir erkek hakimiyetinin varlığını ortaya koyar. Toplumun bağrında ortaya çıkan bu farklılaşma, toplum içi eşitsiz ilişkilerin, yöneten/yönetilen ayrımının ilk formudur. Bu noktadan başlayarak “her toplum, iktidar sözcüğünün cinsel anlamı da göz önünde tutularak, erkekler yönetiminde, eril toplumlara dönüşür.” (2)                                    

     Eril toplum, zamanla, erkeği özne, kadını nesne yapan kültürü inşa eder. “Erkek, cinselliği etleştirdiği kadın bedeninde yaşarken, kadın da cinselliği erkeğin etleştirdiği kendi bedeninde yaşar.”(3) KESİT,kadın bedeninin ve kafasının, toplum baskısıyla yönlendirilmesi sonucunda, Oidipus kompleksiyle belirlenmiş sadist erkek cinselliğinin tamamlayıcısı oluşuna; erkek cinselliğinin ya da varolma hakkına sahip olduğu dayatılan tek cinselliğin kurbanı oluşuna dair bir tanıklık sunuyor.

Öte yandan, KESİT’te sosyolojik/pikolojik boyutlarıyla yansıtılan kadının ezilmişliği, kaçınılmaz olarak politik bir sistemin ifadesi. Zira, tarih boyunca kadın/erkek ilişkisi, sosyal ilişkileri yönlendiren politik iktidar sisteminin bir parçası olarak zuhur eder. Toplumları yönlendiren politik iktidar ilişkisi ve kadın aleyhine işleyen kadın/erkek asimetrisi, toplumsal yaşamın başlangıcından beri hükmünü sürdüğünden, kadınlara kaçabilecekleri en ufak bir delik bile bırakmamış haldedir:”Toplumun politik alanı olan merkeze giren her kadını cezalandırmaya yönelik eğilimi, sanıldığının aksine, kadınların güçsüz ya da edilgin olarak görülmediklerinin açık kanıtıdır. Bir toplumsal yöntem olan ‘kadın düşmanlığı’, kadının küçümsenmesini değil, bilâkis, eril hegemonya tarafından çok dikkate alınması ve gözaltında tutulması gerektiğini ifade eder. Doğurgan cins olarak hayatın belirleyicisi sayılması gereken kadınlar, öncelikle bu tehlikeli özelliklerini bastırmaya yönelik tekniklerle, bunların yeterli görülmediği süreçlerde ise daha vahşi yöntemlerle pasifize edilmeye çalışılırlar.  Eril toplum, süte karşı sperm mantığı doğrultusunda, kadınlar üzerindeki teorik ve pratik üstünlüğün toplu olarak sürmesini sağlayan pekçok ekonomik/politik/toplumsal egemenlik aracının yanı sıra, bireysel şiddeti de bu hedefe kanalize etmekten çekinmez (4)

1510885_827625983950478_4421765047120331080_n

Benzer biçimde, KESİT’in yansıttığı bu coğrafyada, politik iktidarların belirlediği sosyal ilişkiler ve kadın/erkek ilişkilenişi süreçlerinde, kurucu felsefesini Aydınlanma’dan alan ve yukarıdan aşağıya doğru bir toplumsal değişimi öngören 90 yıllık modernist Cumhuriyet sürecinin köküne kibrit suyu dökülüyor. 1930’lu yıllarda Edirne Halkevi orkestrasında keman çalan kadınların, 1940’larda Diyarbakır Köy Enstitüsü’nde felsefe derslerinde Voltaire ile tanışan kadınların, 1960’larda Erzurum’da mini etekle yollarda güle oynaya gezinen kadınların ülkesinde bugün aynı kadınlar,  ötekileştiriliyor, dışlanıyor, eziliyor, horlanıyor. Yetmiyor, KESİT’teki gibi şiddete, tacize, tecavüze maruz kalıyor. Yetmiyor, Özgecan Aslan gibi hunharca katlediliyor!  Türkiye kadınına “bahşedilen” politik/ekonomik/toplumsal haklar ve özgürlükler, on yıllardır süregelen otoriter/muhafazakâr iktidarların hazırladığı iklimde fiilen ve resmen imha ediliyor. Eril iktidarlar, tüm güçleriyle kadınlar için açılan “kısmi özgürleşme parantezini” kapatmak için var güçleriyle çabalıyor. Giderek, merkezden men edilen kadın, Foucault’un tabiriyle, toplumsal bir “büyük kapatılma” tehdidi altında kadın soluksuz bırakılıyor.

Aynı anda, kadını soluksuz bırakan eril hakimiyet, karşı cinsi bir yandan potansiyel bir tehlike, diğer yandan da aşağı bir sosyal katman olarak sunan erkek söylemi sürekli meşrulaştırmaya çalışıyor. Ancak, unutulmamalıdır ki, özünde, bu meşruiyeti sarsan gerçek, dışlanan varlığın yaratıcısı. Erkek egemenliğinin başlıca hedefi, sözkonusu “yaratıcılıktır.”

Merve Engin, KESİT oyununda sergilediği muhteşem “yaratıcılık” ile, hem bedenlerin ve kimliklerin kurgulanmış biçimselliklerine hem de meşrulaştırılmış iktidar ilişkilerine dair bir sorgulamaya götürüyor bizleri… Oyun boyunca üstün bir performansla çok farklı karakterleri canlandırırken, yarattığı gerçeklik duygusu, doğal ve yalın oyunculuğuyla bütünleşerek sujenin seyirciye geçişinde büyük bir başarı sağlıyor. İki farklı kadının gölgelerine hayat vererek sınırlara vuruyor ve muhteşem bir tiyatral ziyafet sunuyor. Tıpkı Artaud’un dediği gibi: “Her gerçek madalyanın, kendisini ikileştiren bir gölgesi vardır. Bugün artık çözüp kavradığımız hiyerogliflerin bize aktardığı o her büyüleyici kültür gibi, gerçek tiyatronun da gölgeleri vardır ve bütün diller ve sanatlar arasında, sınırlarını kırabilmiş gölgelere hâlâ sahip kalabilmiş tek alan tiyatrodur.” (5)  

                                                                                                         KESİT, ister Arap Yarımadası’nda, isterse Antik Yunan’da olsun, erkek fantezisinin hiç değişmediğini ortaya koyuyor: Kadının, erkeğin kendi eliyle biçimlendirip can verdiği, yani öznellikten yoksun, tümüyle erkek denetimi altındaki bir “Galatea” olması. Bu, mutlak bir erkek fantezisi; ama neyse ki, “itaatsiz kadınlar” geçmişte olduğu gibi gelecekte de varlıklarını sürdürecekleri için, yeryüzünde gerçekleşmesi mümkün olmayacak bir fantezi! Nitekim, oyunun o kanımızı donduran finalinde Merve Engin yüzümüze haykırıyor bu gerçeği:”Susmuyor dilim, karşındayım artık ben! Mor olandan siyaha bürünüyorum ben! Ben karga! Ben en inatçı! Ben sana seni hatırlatacak olan! Ben kadın, seni var eden!”***

YAVUZ PAK

Kaynakça:

1)     Balandier, Georges. “Siyasal Antropoloji”,  İş bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2010, s:76

2)     Millett, Kate. “Cinsel Politika”, Payel Yayınları, İstanbul, 2000, s: 87

3)     Firestone, Shulamith. “Cinselliğin Diyalektiği”, Payel Yayınları, İstanbul, 1979, s:58

4)     Akal, Cemal Bâli. “İktidarın Üç Yüzü”, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s:250

5)     Artaud, Antonin. “Tiyatro ve İkizi”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2008,  s:102

6)     *** : Kesit oyunundan

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.