YAVUZ PAK – PINAR ÇEKİRGE : 'SABIRTAŞI' DEĞERLENDİRMESİ

0

Kadın sorunsalını evrensel/tarihsel düzlemde tartışmaya açan bir oyun :

“SABIRTAŞI”

YAVUZ PAK - PINAR ÇEKİRGE
YAVUZ PAK – PINAR ÇEKİRGE

Simsiyah bir gecenin altında kimbilir hangi ağıtlara, iç yanıklarına yüklemişti ihtiraslarını genç kadın… Kesiğe değen tuz gibiydi yaşadıkları, yaşatıldıkları. Alevli bir mağma olmuş zamanı yırtıp geçmişti isyanı sonunda…

Cinselliği, acıyı, başkaldırışını sahnede kendisiyle birlikte dolaştırırken bir ışık yalazının içinden geçiyordu Iraz Yöntem. Yaşar kıldığı karakterle bir kez daha devleşiyor, yeteneği ve tekniğiyle bir başka doruğa erişiyordu “Sabırtaşı”ndaki başarılı performansıyla belleğimizin derinliklerine nüfuz edivermişti birden. Varlığından soyunup o kadının derdine, yüreğine, duygularına karıştığında oyunculuğundaki gerçeküstü bir şeylerin mevcudiyetini düşündüm ister istemez. Gerçeği yok edip, yeni bir gerçek var eden bir güç, bir yetenek, teknik her neyse, işte öyle bir şey ya da şeylerin kozmik buluşması bu. “Sabırtaşı”, içimizdeki boşlukların tüm girinti ve çıkıntılarına akıp dolduran bir oyun. Zehirli bir karışım adeta. Bir kış rüzgârı yakıp, kavuran, öldüren. Acımasız.

Pencereye vuran gölgede acı yağmur damlaları gibi dökülmekte usulca. Fonda gölgeli mavilikler…Çöl ayazına karışmış yalnızlıklar. Ve insanın en korkunç yüzü, insanın en çıplak acımasızlığı, töreler, yasaklar…Tabuların döl yatağında öleyatan kanlı ihtiraslar…Etin çağrısı…Kadının en çaresiz anında uyanışı…Ölüme isyanı!..

Iraz Yöntem bir duygudan diğerine o çabucak geçişleri, sınır, çizgi tanımaz ustalığı ile sahnede bir yıldız adeta. Oyun bittiğinde, buruk, nasıl derler kekremsi bir tat kalıyor geriye. Bir onmaz acı ya da kanayan bir yaradan içimize işleyen… Yöntem ve rol arkadaşları Yücel Gökçek, İsmail Karagöz, Musab Ekinci ile Diyar Karadaş bizleri büyülüyorlar…

SABRIN ÇATLADIĞI YERDE “KADIN”

Atiq Rahimi’nin “Sabırtaşı” adlı kitabından Iraz Yöntem’in uyarladığı, Güney Zeki Göker’in yönettiği, aynı adı taşıyan oyun, kadını ve kadın sorunsalını, belli bir coğrafyanın ya da zaman diliminin sınırlarına mahkûm etmeden, evrensel/tarihsel düzlemde tartışmaya açıyor. Toplumsal cinsiyet rollerinden cinselliğe, tecavüzden aşka, evlilikten aldatmaya, erkek egemenliğinden kadın direnişine kadar pekçok olgunun olay örgüsünde kendisine yer bulduğu “Sabırtaşı”, ilk anda Freud’un şu tarihsel tespitine götürüyor bizleri: “Cinsel yasaklar dinsel yasakların öncelidir: İlk tabu olan “haram birleşme”, totem hayvanı öldürme yasağı da dahil olmak üzere diğer tüm yasakların başlangıcı ve dolayısıyla, toplumun, iktidarın ve hukukun yaratıcısı, doğduğu kaynaktır. Haram birleşme, kadın ile erkeği toplumsal açıdan ayıran ilk yasak olduğuna göre, ‘cinsel ayrımcılık toplumun kuruluşuna denk düşen ilk ve belirleyici’ kavramdır.(1) Nitekim, binlerce yıldır ve aile ya da “Sabırtaşı”nda merkeze alınan din gibi kurumlar aracılığıyla desteklenen, dişi bedenlerin kadınlaştırılması, eril bedenlerin erkekleştirilmesi süreçleri bu belirleyicilik üzerine inşa edilir.

Eril toplum cinsel ilişkiyi kaba gücün sergilendiği tecavüze karşı, gönüllü boyun eğmeyi içeren bir ilişki olarak düzenler; baskıyı karşılayan rızayla donanmış, sado-mazoşist bir iktidar ilişkisi olarak. “Sabırtaşı”nda, tecavüz tam da bu anlamıyla evlilik kurumu üzerinden anlatılıyor. Öte yandan, savaşların, silahların gölgesinde geçen oyun, kadın/erkek cinsel ilişkisinin, savaş ya da av kuralları uyarınca düzenlenişi betimliyor. Cinsel etkinlik süreci sürekli bir cellat ve kurban yaratarak devam eder yoluna: Toplumsal iktidarın öznesi erkeğin tatmini ve nesneleştirilen kadın bedeninin araçsallaştırılması. “Tarih boyunca, cinsel ilişki adeta erkeğin üstün gelmesi gereken bir çatışma alanına dönüşmüştür. Bu çatışmada erkeğin cinsel organı bir boyun eğdirme aracıdır. Cinsellik ile av ya da savaş ile erkekliği kanıtlayan eşdeğer simgeler olarak penis ile silah özdeş kılınmıştır.(2)                                

               Toplumu ikiye ayıran eşitsiz bölünmede, zorlayıcı güç ya da şiddet kullanma tekeli erkektedir. Kadın şiddet kullanılarak, aydınlıktan karanlığa, açıklıktan gizliliğe, sosyal, politik ve dinsel olandan özele itilir ve merkezden uzaklaştırılır. “Kadınla erkek arasındaki cinsel ilişkinin doğallığı yokedilmiştir; tarih bu ilişkiyi erkek ile kadın arasındaki güç ilişkisinin tezahürü olarak tescillemiştir. Cinsellik içgüdüsel değildir artık; kültürel anlam, âdet ve sınırlamalarla sarılmış bir etkinliktir. Genelde bir toplumsal rol, özelde de bir cinsel eylem olarak, cinselliği açıklayabilecek tek şey, doğal olan her şeyin dışında, sıkı sıkıya bağlı olduğu kadın/erkek sosyal hiyerarşisidir.(3)

BR1A6118r                                                                        “Sabırtaşı”, kadın sorunsalını dinsel yapı üzerinden anlatırken, politik iktidarın, cinsellikle birlikte dinsellik alanında da eril hâkimiyetini pek çok detayla sergiliyor. Bilindiği gibi, dinsel söylemi üretmek ve yaymak, tarihsel olarak erkeğin tekelindedir. “Politik iktidarın temelinde yatan kutsal/kutsal olmayan ayrımı, kadın/erkek ayrımına denk düşer. İlk toplumlarda belirgin, karmaşık modern toplumlarda üstü kapalı biçimde, kutsal alan hep erkeğin alanıdır. Ve kadın bu merkezi alanın dışında tutulur.” (4) Kolektif ve bireysel yaşamın en derin yönleriyle ilgili bir olgu olan dini incelemeye kalkıştığımızda, “toplumsal cinsiyet”, toplumsal iktidar” ve “bedenin denetimi” arasındaki ilişkiler arasında buluruz kendimizi. “Tektanrılı dinlerin “genesis” koşullarına ve yaratılış öykülerine bakıldığında, can alıcı noktanın, mitoslardaki gibi, kadınların doğurganlığı dolayısıyla varolan can verme gücünün “ideolojik” olarak elinden alınıp tek tanrıya ve onun aracılığıyla “yeryüzü erkeğine” aktarıldığı görülür. Kadının üretme yetisinin karşısına, erkeğe özgü olduğu ileri sürülen kültür yaratma yetisinin çıkarılabilmesi için, kadının bedenin, yine mitoslardakine benzer biçimde “kirli” sayılması ve denetlenmesi gerekir.” (5)                                                                                 

İbrahimî dinler olarak bilinen Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet kadının cinselliğinin ve doğurganlığının denetimini erkeklere veren ataerkil ailenin kurumsallaşması noktasında pekçok benzerliğe sahiptirler. Bu benzerliklerin dışında, “Sabırtaşı”’nda resmedilen İslamiyet, göçebe bir toplumun devletleşme sürecine eşlik eder ki, bu durum, din ve devletin içiçe geçmesine ve dinin hayatın her alanını düzenlemesine yol açar. Kadın-erkek ilişkisinin, “Sabırtaşı”nda olduğu gibi, toplumdaki otorite ilişkisini simgeleyip örneklediği İslami kültürlerde, cinsel olan ile siyasal olan sıkıca ilişkilidir. “Erkeğin gücü ve kimliği, kadını denetleme gücüyle eşdeğerdir ve simgesel ifadesini de kadının örtünmeye zorlanmasında bulur. Denetlenemez tutkular ile özdeşleştirilen kadın, bastırılan “bozguncu” cinsellik eğilimlerinin ve iktidar karşıtlığının simgesi olarak görülür.(6)                                                      

Oyunun çarpıcı final sahnesi, sabırtaşını çatlatan kadının kurtuluşuna dair Pierre Bordieu’nun sözlerini akla getiriyor: “Varolan politik iktidar ilişkileri ve onlara dayanan toplumsal yapılanma sorgulanmadığı sürece kadınların elde ettikleri haklar ve özgürlükler, oyunun kurallarını erkeklerin saptadığı bir dünyada, yüzeysel ve yapay kalmaya mahkûmdur.” (7)Nitekim bu durum, gerici/despotik politik iktidarlar dönemlerinde kendisini dışa vuran daha baskın bir erkek hâkimiyeti süreçlerinde, kadın hak ve özgürlüklerinde kısıtlamalara, geriye savruluşlara ve dolaysız bir biçimde tarihsel kırılmalara yol açabilir. Bordieu’yu yerden göğe kadar haklı çıkartan, kadınlara yönelik şiddetin zirve yaptığı ve kadının toplumsal hayatın her alanında örselenmeye mahkûm edildiği bu coğrafyada, “Sabırtaşı” gibi cesur oyunlar, tarihsel önem taşıyor.

Zira, gücünü sanatın özgürlüğünden alan tiyatro ile otoriterizmin getirdiği uygulamalarla güç kazanan politik iktidarlar arasındaki tarihsel kan uyuşmazlığının bir izdüşümü “Sabırtaşı”. Bir bakıma, yalnızca kendi doğrularından oluşan mutlak doğrulara göre şekillendirilmiş bir hayatı dayatmaya çalışan politik yapılara karşı, özgür bir hayatı savunan tiyatronun bilge sözü, inadına direnişi… Nitekim, “Sabırtaşı”nın yüzümüze vurduğu en çıplak gerçek, George Moore’un şu sözleri: “Kadınlar asla bir din icat etmemiştir; onlar bu çılgınlıkla lekelenmemişlerdir ve ahlâkçı değillerdir.”

YAVUZ PAK – PINAR ÇEKİRGE

Kaynakça:

1)      Freud, Sigmund. “Totem ve Tabu”, Mütena Yayınları, İstanbul, 2014, s:102

2)      Akal, Cemal Bâli. “İktidarın Üç Yüzü”, Dost Kitabevi Yayınları, Ankara, 2005, s:276

3)      Coward, Rosalind. “Kadınlık Arzuları”, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1993, s:212

4)      Millett, Kate. “Cinsel Politika”, Payel Yayınları, İstanbul, 2000, s: 55

5)      Berktay, Fatmagül. “Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın”, İstanbul, 2009, s:128

6)      Berktay, Fatmagül. A.g.e., s:159

7)      Bordieu, Pierre. “Eril Tahakküm”, Bağlam Yayıncılık, İstanbul, 2014, s:149

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.