YÜCEL ERTEN'DEN ALTERNATİF BİLDİRİ: KAYGI VE İSYAN DUYGUSU İÇİNDEYİZ

0

Bugün “Dünya Tiyatro Günü”. Yeryüzünün dört bir bucağında şenliklerle kutlanıyor. Bu yurdun sanatçıları olan bizlerse şenlik düzenlemek bir yana, kaygı ve isyan duygusu içindeyiz.İktidara hâkim zihniyet, ülkemizde sanata topyekûn savaş açmış görünüyor. Gün geçmiyor ki sanat alanlarımız, gerici bir zihniyetin alelacele çırpıştırdığı yıkımcı buyruklarla karşılaşmasın.

.Her yıl olduğu gibi bu yıl da 27 Mart Dünya Tiyatro Günü nedeniyle bildiriler yayınlandı. Uluslararası Bildiriyi Güney Afrikalı, yazar, yönetmen ve tasarımcı Brett Bailey, Ulusal Bildiriyi ise Uluslararası Tiyatro Enstitüsü (ITI)-UNESCO Türkiye Merkezi İcra Komitesi tarafından yayınlandı. Ayrıca Yücel Erten de bir alternatif bildiri kaleme aldı. Her üç bildiriyi okurlarımıza iletirken, tiyatromuzun yaşadığı karmaşayı en kısa zamanda atlatıp daha huzurlu, istikrarlı günlere kavuşmasını diliyoruz. 

Yücel ERTEN

ALTERNATİF BİLDİRİ

 

example-1725-2-27428248

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün “Dünya Tiyatro Günü”. Yeryüzünün dört bir bucağında şenliklerle kutlanıyor. Bu yurdun sanatçıları olan bizlerse şenlik düzenlemek bir yana, kaygı ve isyan duygusu içindeyiz.

İktidara hâkim zihniyet, ülkemizde sanata topyekûn savaş açmış görünüyor. Gün geçmiyor ki sanat alanlarımız, gerici bir zihniyetin alelacele çırpıştırdığı yıkımcı buyruklarla karşılaşmasın.

Gözdağı, baskı, tehdit, sansür, rant ve yıkım sanat alanlarımızın ve kurumlarımızın Alikıranbaşkeseni oldu.

Dans belden aşağı, heykel ucube, resim müstehcen, edebiyat sakıncalı, opera lüks, orkestra zulüm, sinema ayıp, tiyatro tehlikeli, kitaplar bomba sayılıyor.

İnsanlığın ortak mirası olan kültürel ve tarihi dokular, saygısız bir talan furyasıyla karşı karşıya.

Sanat eğitimi gecekonduya sıkıştırıldı.

Sanat üretilen ve sunulan yapılar ya alışveriş merkezine ya da karakola dönüştürüldü.

Sansür, gündelik olay halini aldı.

Sokak sanatçılarına karşı baskı ve taciz aldı başını yürüdü.

Özel tiyatrolar, koşullu sadakaya bağlandı. Destek fonuna kabul edilemez, çağ gerisi bir “ahlâki ve milli değerler” kapanı kuruldu.

Yerel yönetim tiyatroları belediye memurlarının meşrebine mahkûm edildi.

Adına TÜSAK denilen bir fetvayla Cumhuriyet’in gözbebeği sanat kurumları için idam fermanı düzenlendi.

Dozerler, TOMAlar, gaz fişekleri, akrepler ve çıyanlar, özgür düşüncenin, bilimin ve sanatın kapısında nümayiş halinde…

Bütün bunlar karşısında, yandaş medya kör ve sağır. Üniversitelerin tiyatro bölümleri kıpırtısız. Kültür Bakanlığı uzman, memur ve danışmanları önünü ilikliyor. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün Türkiye Milli Merkezi de tabuttaymışçasına suskun…

Sanat kurumlarımız zaman içinde aşınmış ve yıpranmış olabilir.

Buna yol açan, çağın isterlerine yanıt veremeyen eskimiş yasalar, siyasilerin ve yöneticilerin ihmalleri, orantısız derecede düşük bütçe ve yatırımlar, moral bozucu çifte standart uygulamaları ile asılsız ve orantısız suçlamalardır.

Çok iyi biliyoruz ki, mevcut durumdan sanatçılar da hoşnut değildir ve çözüm üretmek için çalışmaktan geri durmamış, emek vermiş, öneriler ortaya koymuşlardır.

Ne var ki iktidardaki zihniyet, bu birikime kulaklarını tıkamıştır. Kurumları onaracak, iyileştirip geliştirecek rasyonel tedbirleri almak yerine yıkımcılık yolunu, halkın sanat ihtiyacını uygun şekilde karşılamak yerine de, kâr ve rant yolunu seçmiştir.

Biz sanatçılar, ustalarımızdan el aldık. Sanatımızı öğrenirken, insanı görmeyi, insanı sevmeyi öğrendik.

Siyasal rant oyunlarını değil, oyun sevinciyle gönülleri fethetmeyi öğrendik.

Dans ederken yerçekimine meydan okumayı, insanların bedenine ve ruhuna kanat takmayı öğrendik. Biz bedenimize çelik bir disiplin kazandırmak için parmak ucuna çıkarken, sıçrarken toplumu yüceltmenin, sıçratmanın düşünü paylaştık.

Çoksesli şarkılarımızı söylerken kulaklardaki ve zihinlerdeki duvarları yıkmayı öğrendik. Arşe çekmeyi, üflemeyi öğrenirken insanların yüreğine su serpmeyi, zihnine ışık tutmayı öğrendik.

Biz fırçamızla renkleri türküye ve halaya dönüştürmeyi; ağaç, toprak, taş ve tunca Kybele anamız ile Nasreddin babamızı koymayı öğrendik.

Sesimizi, diyaframımızı, kulağımızı, ellerimizi, bedenimizi eğitirken insanlığın doğrularını savunmak için sesimizi gürleştirmeyi de öğrendik.

Sadece ezber yapmayı öğrenmedik; dar kafalı siyasetçilerin, sömürgenlerin, aymazların ve çıkarcıların ezberini bozmayı da öğrendik.

Orkestralarımız uyum içindeki çoksesliliğin simgesidir.

Sahnelerimiz insanlığın kendisiyle yüzleştiği, tarihiyle ve geleceğiyle hesaplaştığı, iyi ile kötüyü ayırt ettiği, önyargılarla savaştığı, aydınlığa ulaşmaya çalıştığı şenlik alanlarıdır.

Sessizliğin içindeki çığlığı, heyecanın barındırdığı dönüşümü, gözyaşının arındırıcı hızını, kahkahanın devrimci gücünü avuçlarımızda su taşırcasına seyircimizle paylaşırız.

Ama biz sanatçılar yalnızca duygular dünyasının ve ilhamın değil aynı zamanda aklın, bilginin, bilincin, vicdanın ve emeğin kuracağı, yeni ve güzel bir dünyanın neferleriyiz. Daha uygar bir dünya, kardeşçe ve daha iyi bir yaşam ve daha duyarlı, daha birikimli bir toplum biz sanatçıların vazgeçilmez düşüdür. Bu yüzden sonunda, divan kurup yasa yapmayı da öğrendik.

Bu bağlamda: Sanat kurumlarımızın yok edilmesi girişimine sonuna kadar karşı çıkacağız! Susmayacağız çünkü sanatçı son sözü karanlığa bırakmaz!

Şunu söylemek ve savunmak, büyük savaşçı ve büyük sanatkâr Mustafa Kemal’e, Cumhuriyet’in kurucularına, yurdumuzun sanat öncülerine, bizleri yetiştiren aziz öğretmenlerimize, halkımıza ve tarihe karşı borcumuzdur:

Er ya da geç, yurdumuzda bilim ve sanat özgür, kurumları özerk olacaktır!..

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.