LALE BELKIS İLE SÖYLEŞİ/ YAVUZ PAK- PINAR ÇEKİRGE

0

BAZI DUYGULAR AŞKTAN DA ÜSTÜNDÜR

Perdede ve sahnede canlandırdığı her karakter hayata vurulmuş bir imzaydı aslında. Olağanı olağanüstüye çeviren bir imza da diyebiliriz buna. İçinde birçok kadın yaratıp onlarla birlikte, onlara rağmen yaşamak. Hep üretme. Çok sevilmek. Saygı görmek. Alkışlanmak. Ödüller. Başarı ve emek ödülleri. Kısaca, Lale Belkıs. Nam-ı diğer iyi kalpli ‘kötü kadın’. Hüzün tadında erguvan rengi gölgelerin yansıdığı pencerelerden birinde fırtınalara meydan okuyan o güzel, o rüzgarlı, o çarpıcı kadın. Şimdi yılları, anıları darmadağın dökme zamanı. Şimdi konuşma, anlatma, dinleme, kaydetme zamanı.

Ben Lale Oraloğlu, sizinle bir konuda görüşmek istiyorum.”

Lale Belkıs, hiç duraksamadan, “Elbette.” dedi.

Lale Oraloğlu Pangaltı’da Altı Tiyatrosu’nu kurmuştu. ”Evlilik Dolabı” adlı oyunu sahneleyeceklerdi ve İsveçli bir kız rolü vardı..Acaba ? Acaba Lale Belkıs bu rolü kabul edebilir miydi?

YAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE
YAVUZ PAK-PINAR ÇEKİRGE

Heyecanlandı Lale Belkıs. Risk almalı mıydı, tanınmış bir mankendi..sonra oyunculukla ilgili bir eğitimi de yoktu? Ya başaramazsam, diye düşündü bir an. Kararsızdı. Lale Oraloğlu. “Sizi çalıştıracağım, endişelenmeyin,” dedi. Ali Oraloğlu da aynı fikirdeydi. O halde denemeliydi. Olmazsa bırakırdı. Ertesi gün Lale Oraloğlu’nun evinde buluştular. İlk okuma provasında, acemilik ve çekindiğinden olacak sesi titriyordu Lale Belkıs’ın. Doğru vurgulamalar yapamıyordu bir türlü. Huzursuzdu aslında, ustalara saygısızlık mı yapıyorum, diye düşünüyor, kendisini çaresiz hissediyordu. Lale Oraloğlu neredeyse gece gündüz, adeta bir kamp disiplini içinde Lale Belkıs’a  hem diksiyonunu, hem beden dilini en doğru biçimde kullanmayı öğretmeye başladı. Provalar…Provalar…

Son provaydı ya da sondan bir önceki, salonun en arka koltuklarından birine sessizce geçip oturan Muhsin Ertuğrul’un : “Lale kızım, çok yakışmışsın. Ama sesini kullanmaya dikkat et e mi kızım ? Duygularını sesine ver öncelikle. Biliyorum, zor bir rol, ama seninin için kolay olsa gerek.” sözleri yıllar yılı mutlulukla taşıyacağı bir onur madalyası olmuştu Lale Belkıs’a. ”Evlilik Dolabı” ve Lale Belkıs bir anda tüm eleştirmenlerin dikkatini çekivermişti.

İşte, Lütfi Ay 5 Aralık 1960’da Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde okurlarına şöyle sesleniyordu: “İsveçli dilberi, ilk defa tiyatro sahnesine çıkan Lale Belkıs oynuyor. Böyle bir role pek uygun düşen cazip fiziği, serbest oyunu ve zarafetiyle Lale Belkıs Pangaltı Altı Tiyatrosu’nun güzel bir keşfidir. Çok ümit verici bir istidattır.”

Osman N.Karaca yine aynı günlerde Milliyet Gazetesi’nde şunları yazmıştı: “Tiyatronun yeni kazandığı eleman Lale Belkıs bizim için hoş bir sürpriz oldu. Mankenlikten gelen rahatlık, onu sahneye çabuk alıştırmış. Hareketleri güzel, fiziği çok müsait, tabiatıyla henüz tiyatronun yabancısı, kalın ve ilgi çekici olan sesini iyi kullanamıyor ama ‘Evlilik Dolabı’nın ilk piyesi olduğundan hareket edersek, başarı derecesinin büyük olduğunu söylememiz gerekiyor.”                                                                                                                    Ve Orhan Seyfi Orhon’un Son Havadis Gazetesi’ndeki satırları: “İsveçli genç kız rolünde Lale Belkıs bu rol için biçilmiş kaftandı denilebilir. Çok da güzel oynadı.”

“Evlilik Dolabı”nın ardından “Ağaçlar Ayakta Ölür”de Izabelle’dir Lale Belkıs. Çok sever Izabella’yı. İçtenlikle, kendisinden çok şey katarak yaşar kılar bu karakteri. Ve hadiselere neden olan Aristofanes’in  Lysistrata’sı, yani “Kadınlar I-ıh Derse“de yine Lale Oraloğlu ile aynı sahnededir.

Derken turneler. Ankara, İzmir, Karabük, Adana, Mersin, Marmaris, Bodrum… Upuzun yollar. Alev Oraloğlu, Aysel Gürel, Müjde ve Mehtap Ar’lı turneler… Anılar. Yaşanmışlıklar.

“İpek Çoraplar“ (2006) adlı kitabında Lale Belkıs o günleri şöyle anlatıyor: “Güzel oyunlarda rol aldım. Laleciğim bana her zaman en güzel rolleri verdi. Konservatuvar eğitimimi bu oyunlarda tamamlamışımdır, yani alaylı Lale Belkıs ustalarıyla oyun oynayarak eğitilmiş, deneyim kazanmıştır…

Yıl 1963. Lale Belkıs ve Pekcan Koşar Gong Tiyatrosu’nu kurarlar. Beyoğlu’nda şimdiki Fitaş Sineması’nın bulunduğu binanın birinci katında mevcut bir saz salonunu tiyatro mekanına çevirirler. Seden Kızıltunç, Orhan Aydınbaş, Sevim-Naci Girgin, Coşkun Delikan, Yıldız Olgaç, Pekcan Koşar ve Lale Belkıs’lı “İkiz Kardeşim David” ve hemen sonrasında “Sil Baştan” ile perdelerini açar Gong Tiyatrosu. Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz pek. Oyunlar ilgi gördüğü halde, büyük mali problemler baş gösterir. Gong Tiyatrosu bir sezonu zor tamamlar ve kapanır. Tam da o günlerde Arena Tiyatrosu’nda sergilenen “Boeing Boeing” adlı oyunda Çolpan İlhan’ın aniden rahatsızlanıp oyundan ayrılmasının ardından, Lale Belkıs kadroya dahil olur. Üstelik öylesine hızlı gelişen bir durumdur ki bu… Elinde tekstle sahneye çıkar  Lale Belkıs ve Jakline rolünde bir kez daha çok başarılı bir kompozisyona  imza atar. Sonrasında Devlet Tiyatrosu oyuncularıyla “Doktor Kikota ve Kadınları”, Yıldırım Önal ile başrolünü paylaştığı “Büyük Kulak”, ki Madam Dupont rolü Lale Belkıs için bir başka doruktur artık… Bir başka unutulmaz karakterdir.                                                                                                      10419414_1091822100869247_4801115574920130633_n

Haldun Dormen, Feydeau’nun “Sevgilime Göz Kulak Ol” oyunundaki Kontes Irene rolünü önerir Lale Belkıs’a. Ayfer Feray, İzzet Günay, Metin Serezli, Altan Erbulak, Füsun Erbulak, Erol Günaydın, Erol Keskin, Yılmaz Köksal kimler yoktu ki kadroda. Ertesi sezon ”Borusunu Öttüren”de Lale Belkıs bir kez daha Dormen Tiyatrosu ile izleyicisinin karşına çıkar.

Sinema, plak  ve sahne çalışmaları, yurt içi ve yurt dışında devam eden defileler nedeniyle bir süre tiyatroya ara verir ve 1980’lerin ilk yarısında Haldun Dormen’in “Şen Sazın Bülbülleri” müzikalinde Suzan rolüyle yeniden tiyatro sahnesinde yer alır. Haldun Dormen’e göre işini son derece ciddiye alan, en ufak bir ayrıntı için saatlerce çalışmaktan yılmayan bir oyuncudur Lale Belkıs ve bu müzikal için de büyük bir özenle çıkar yola. Suzan rolünde, ustalık katındaki oyunculuk gösterimi giderek gerçek bir virtüöziteye dönüşür.     İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nde sergilenen  Çardaş Fürstin’de konuk oyuncudur Lale Belkıs. Hemen ardından Tiyatro Kare’de  “Oscar”, Kenter Tiyatrosu’nda “Nükte”, CRR’de “Deli Dolu Opereti” ve Datça’da yönetip oynadığı“ Küçük Prens”…                                                       Yaşamın durduğu anlar vardır hani, işte o anlardan biriydi. Dışarıda soğuk, puslu bir gece. Şan Tiyatrosu. Işıklar kararıyor. Tek spotun aydınlattığı sahnede şarkısına başlıyor Lale Belkıs: ”Çok sevildim, hem de çok sevdim. Kimine göre, çılgınlar gibi… Çemberinden geçtim feleğin… Sayılınca sayan… Sevilince seven… Çok yaşamış bir kadınım ben.” (1) İşte şarkının giriş kısmı, fotoğrafını asıyor hayata. O gece Şan Tiyatrosu’nda dinledim bu şarkıyı ilk kez. Tarifi olasız büyük bir tutkuyu, hayranlığı yaşadım. Sanki yıldız ışıltıları dökülüyordu hiç durmadan. Kimbilir, belki de dünya standartlarında bir aktris ve oyuncunun, Lale Belkıs’ın portresini sözcüklerle çizme kararını ilk o gece verdim. Dolu dizgin sanata adanmış bir hayat vardı karşımda.

Yavuz ile bir defa daha Lale Belkıs’ın alıp götüren güzelliği ve sanatçı kimliğiyle bir iç yolculuğa çıktık ister istemez. Başarıların, alkışların, renklerin, defilelerin, film karelerinin, televizyon ve dublaj stüdyolarının, repliklerin, ödüllerin, plakların, kulislerin, hatırlayışların dehlizlerinden tek tek geçerek.                                                                                                      Hatıralar dört bir yandan üstümüze saldırdı çok geçmeden. Yeni bir şimdiye sürüklendik hep beraber. Derler ya, bazı duygular aşktan da üstündür…
PODYUMDAN TİYATRO SAHNESİNE CESUR ADIMLAR

Lale Belkıs, Türkiye’nin ulusal ve uluslararası düzeyde ün yapmış ilk mankenlerinden biri olarak başladığı sanat hayatına, sinema, müzik, resim ve tiyatro ile devam eder. Diğer alanlarda olduğu gibi, tiyatroda da O’nu başarıya götüren yeteneği kadar disiplinli çalışması, sürekli kendini geliştirmesi olur. Alaylı bir tiyatrocudur. Olgunlaşma Enstitüsü mezunu olması tiyatroya uyumunda büyük avantaj sağlar. Lale Oraloğlu’ndan Muhsin Ertuğrul’a kadar pek çok büyük tiyatro insanından dersler alır, azimle çalışır ve gönül verdiği tiyatro sahnelerinde büyük başarılara imza atar. Yeteneği ile harmanladığı birikimi ve deneyimiyle kısa sürede adından söz ettirir sahnelerde. Konservatuvar mezunu olmasa da, iyi bir tiyatro eğitimi ile bu sanatın inceliklerine vakıf olur, emek verip ter döker ve hepsinden önemlisi “tiyatro aşkı” ile başarıya kavuşur Belkıs. Öyle bir aşktır ki bu, tiyatro için hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz: Tiyatro ve mankenlik artık iç içe devam ediyordu. Tüm açılışlara manken olarak değil, tiyatrocu olarak davet ediliyordum. Gong Tiyatrosu’nu kurduğumuzda, yokluklar, yoksunluklar vardı tabii. Kuliste tuvaletimiz yoktu meselâ. Kadronun paralarını yetiştiremiyorduk bazen. Mankenlikten kazandığım paralarla kurduk o tiyatroyu. Mankenliğin yanı sıra fötr kumaşından yaptığım etekleri ve kolyeleri satıyordum. Tiyatroyu yaşatmak içindi tüm çabam. Bütün olumsuzluklara rağmen tiyatroya saygımızı ve inancımızı asla yitirmedik. Tek bir tek seyircimiz bile olsa, çıkıp oyunumuzu oynardık.”                                lale belkıs

Belkıs’ın tiyatro aşkını en iyi özetleyen olaylardan biri, 1967 yılında Oraloğlu Tiyatrosu’nda sahnelenen Aristophanes’in “Lysistrata” adlı oyunu sırasında yaşanır. “Kadınlar I-Ih Derse” adıyla sahneye taşınan oyun, savaş-barış sorununu öne çıkarır. Savaşa giden erkeklerin kadınları, bu savaşların bitmemesi üzerine, Lysistrata’nın önerisiyle, erkeklerine cinsel ilişki konusunda hayır diyerek onları evlerine dönmelerini sağlayan boykotun hoş bir dille anlatılmasıdır. Ancak oyun büyük olaylara sahne olur. Belkıs, o günkü heyecanıyla anlatıyor: “Aslında olay yapılacak hiçbir şey yok o oyunda ve daha yakın zamanda Devlet Tiyatroları ve Şehir Tiyatroları da sahnelediler aynı oyunu. Hem koro başını oynamış hem de kostümlerini ben yapmıştım o oyunun. Herkes bacaklarımızı çıplak sanıyordu halbuki ten rengi külotlu çoraplarımız vardı bacaklarımızda. Türkiye’de bir ilkti bu kostüm. Lysistrata’yı Lale Oraloğlu oynuyordu. O’nun eşi Gürdal Onur da erkeklerin komutanı rolünde idi. Gürdal’ın kılıcının üzerine gelen pelerinin başka şeyler çağrıştırdığını ve külotlu çoraplarımızı müstehcen bularak yasakladılar oyunu. Komedi yani!” 5 Nisan 1967 günlü Milliyet Gazetesi, olayı, şu kelimelerle duyurur: “Kadınlar I-ıh Derse Müstehcen Bulundu: Oraloğlu Tiyatrosu’nda temsil edilmekte olan Aristofanes’in “Kadınlar I-ıh Derse” isimli piyesi, Basın Savcılığınca müstehcen bulunmuştur. Prof. Dr. Sahir Erman, Prof. Dr. Öztekin Tosun ve Prof. Dr. Ayhan Önder’den kurulu bilirkişinin verdiği rapordan sonra Savcılık eserin temsilden kaldırılması için Valiliğe yazı yazmıştır. Ayrıca Savcılık isteği üzerine Beşinci Sulh Ceza Mahkemesi eserin temsiliyle ilgili olarak şu kararı almıştır: ‘Seyredenlerin ar ve hâyâ duygularını incitici mahiyette müstehcen görülen piyesin sahnelerine ait fotoğrafların suç delili olarak muhafaza altına alınması…’ Eserin temsiliyle ilgili şahıslar hakkında da kovuşturmaya başlanmış, tiyatro vitrinindeki fotoğraflar da kaldırılmıştır. Tiyatro yöneticileri, dün akşam üzeri ve geceki oyunlara gelen seyircilere savcılığın kararını bildirmişlerdir.” (1)    

Lale-Belkıs-Arnavutköyde

Bu sansür girişimi büyük bir tepkiye yol açar. Belkıs tiyatroya kara çalan bu yasağa karşı direnişte Lale Oraloğlu’nun en büyük destekçisidir:“Oyun Valilik tarafından yasaklanınca Valiliğe siyah çelenk bıraktık protesto için. Lale Oraloğlu açlık grevine gitme kararı aldı:’Açlık grevine gidiyorum ve sahneden ayrılmayacağım’ dedi. O’nu yalnız bırakmayarak ilk desteği ben verdim. Lale Oraloğlu açlık grevinde idi, biz de oyuncu arkadaşlarla sahneyi terketmeme eylemi başlattık. 16 gün boyunca tek bir an bile sahneyi terketmedik. Türkiye’de bir ilktir böyle bir direniş. Sendikalardan sahneye yemek getirilirdi. Banyo bile yapmadık 16 gün. Fareler geçerdi bazen aramızdan. Gece-gündüz her an sahnede idik. Sahnede kıvrılıp uyuduk günlerce. Lale Oraloğlu sadece su içmişti 16 gün boyunca. Bizim açlık grevi yapmamızı istemedi, sadece kendisi yapacaktı. Rahatsızlanmasına rağmen direndi sonuna kadar. Nihayet 16. gün avukatımız Burhan Apaydın geldi yasağın kaldırıldığını artık oynayabileceğimizi bildirdi. Büyük bir zafer kazanmıştık! Çok zor ama çok güzel bir direnişti. Yine olsun, yine yaparım tiyatro için!” Bu zafer kadar anlamlı olan, Oraloğlu’nun kendisine söyledikleridir Belkıs için: “Lale Oraloğlu o zaman bana ‘Sen bana destek vermeseydin bu işi başaramazdık’ demişti. Lale’yi de tiyatroyu da çok seviyordum ve hiç tereddüt etmemiştim bu direniş için. Yasak kalkınca her yere gittik oynadık oyunumuzu! Turnelere çıktık. Öyle çok sansasyon yarattı ki bizim eylemimiz, tıklım tıklım salonlara oynadık gittiğimiz her yerde. Seyirci bağrına bastı adeta bizi.” Gerçekten de İstanbul’da ve İzmir ve Ankara başta olmak üzere başka şehirlerde defalarca sahnelenerek dopdolu salonlara oynayan Lysistrata tiyatro tarihimize geçen oyunlardan biri olur. Bu başarı, Belkıs ve arkadaşlarının tiyatrolarına ve özgür sanata sahip çıkarak sergiledikleri büyük direnişin eseridir.                                                                                                                                 Belkıs’ın büyük sevgi beslediği hocası ve yol arkadaşı Lale Oraloğlu o günleri şöyle anlatır: “Aristofanes dünyanın en büyük ahlâkçısı ve komedi yazarlarının öncüsüdür. O’nun eserine müstehcen damgası vurulan bir memlekette ben sanatçı olarak yaşayamam. Vatanımı çok severim, vatanımdan başka bir yerde de yaşayamam. O halde, ya memleketimde sanatı kabul ettiririm, ya da sahnenin üzerinde ölürüm. Çok kararlı idim. Zira ölümden hiç korkmayacak kadar kuvvetli ve maalesef zaman zaman ölümü isteyecek kadar da zayıfımdır. Memleketimin kanunları sanatı ve Aristofanes’i kabul etti. Piyesin oynanması için izin çıktı. Ben yaşamaya devam ettim. Bu arada tam on altı gün sigara ve terkos suyundan başka ağzıma bir şey girmedi.(…) ‘Gencecik çocuklar dokuz günde komaya girdi. O açlığının on birinci gününde mahkemeye geldiği zaman sesi bir mübaşir gibi gür çıkıyordu’ dediler. Çünkü mesleğim bana ölürken bile sesimi gür çıkarmayı öğretmişti…” Belkıs ve Oraloğlu’nun başını çektikleri bu eylem tiyatro tarihimiz açısından son derece önemlidir. Sanatçılar insanlara keyif verebilir, fakat aynı zamanda toplumsal tartışmalara katkıda bulunur, bazen karşı bir söylemi dillendirir ve mevcut güç odakları karşısında bir denge oluştururlar. Sanatsal yaratıcılığın hayatiyet kazanması canlı kültürlerin gelişimi ve demokratik toplumların işleyişi için zaruridir. Türkiye’de ise mevcut durum eleştirel nitelikte sanat eserlerini yaratan, sergileyen veya dağıtan kişilerin, başka bir deyişle sanatsal ifade özgürlüğünü kullanan kişilerin yaygın baskı ile karşılaştığını göstermektedir. Bu durum Türkiye’de demokrasinin hâlâ olgunlaşmadığına işaret etmektedir. Sanatta sansür ve otosansür dün olduğu gibi bugün de devam etmektedir ne yazık ki. “Sanatsal ifade özgürlüğünün sağlanması için mevzuatta yapılması gereken değişiklikler elbette çok önemlidir. Ancak, yasal reformlar yanında sanat konusunda bir zihniyet değişikliği gerekmektedir. Bu ise ilköğretimden yükseköğretime kadar öğretimin tüm kademelerinde ve bürokraside bu yönde bir farkındalığın oluşturulmasını gerekli kılmaktadır.” (2) İşte bu zihniyet değişikliğinin mimarları da en başta Belkıs gibi sanatı için herşeyi göze alabilen cesur sanatçılar olacaktır.

IMG_2404                                                                                                       Tiyatronun geleceği için de aynı cesaret ve umuda sahip Belkıs: “Tiyatro sanatı yok edilemez. Binlerce yıldır var ve hep olacak. İnsan isterse evinde bile tiyatro yapabilir. Ama önemli olan halka birşeyler verebilmek. Tiyatro herşeyden önce bir eğitimdir, kültürel bir eğitim aracıdır. Hayatın aynası olarak insanların gelişimine katkıda bulunur. Bu yüzden bir ülkenin kalkınması için tarihsel bir öneme sahiptir tiyatro.” Gerçekten de, tiyatro topluma doğru rotayı çizen bir pusula, ülkenin kültür derecesi ölçen bir termometre görevini üstlenir. Öğretici ve eğitici niteliği yükseltir. Toplumda aynı işlevi üstlenen okullardan çok daha yüksek bir yere sahiptir çünkü okulla belli bir yaş grubu içindekilere eğitim ve öğretim yaptırırken tiyatro her eğitim ve yaş düzeyindeki insanlara yönelebilmektedir. İnsanlara yaşama zevki ve çalışma arzusu aşılamaktadır. Bireylerin ruhsal dengelerini korumaktadır. Tiyatro uygar bir insan ve uygar insanlardan oluşan bir toplum için vazgeçilmez bir gereksinimdir. Bir toplumun en üst yönetim erki olan devlet, toplumsal yaşamın gelişmesiyle bu denli yakından ilgili ve etkin sanat dalı olan tiyatro ya karşı kayıtsız kalamaz. Çünkü devletin temel aracı, var oluş nedeni de zaten budur. Bu nedenle Devlet tiyatroya karşı kayıtsız kalmak bir yana onu geliştirmek, yaygınlaştırmak, karşılaştığı sorunları ortadan kaldırmak için her türlü önlem almakla yükümlüdür. Uygarlık düzeyi ne olursa olsun devlet, tiyatro sanatını her zaman korumak ona destek olmak zorundadır. Bağımsızlık savaşını kazanmış; asırların getirdiği mistik ve statik yaşam biçimini elinden atıp toplum yaşamını yeniden düzenleyen; köklü devrimlerle yepyeni ve devingen bir yapıya kavuşturan; her alanda kalkınma çabalarını yürütmeye çalışan Türkiye’de yapılması gereken şey toplumu oluşturan bireylerin elden geldiğince çok sayıda tiyatro temsili izlemelerini sağlamaktır. Alt yapısı büyük eksiklikler gösteren, toplum içinde yanlış bir değerlendirmeyle salt bir eğlenme, gülme aracı olarak nitelendirilen tiyatro sanatının, yurt düzeyine yayılması ve kendisinden beklenen işlevleri yerine getirebilmesi için bir seferberliğe, akıllıca düzenlenmiş bir plan doğrultusunda uygulamalara geçmeye gerek vardır. Bu bağlamda, Belkıs’ın altını çizdiği gibi, tiyatronun kültürel gelişime katkı sağlayabilmesi için, belli bir kültür politikası benimsemesi gereken devletin maddi ve manevi desteğine gerek vardır. Gerçekten de, tiyatro bir ülkenin kültürel kalkınmasının mihenk taşlarından biridir. Nitekim, Anayasa’nın 41. maddesinde “kültürel kalkınmayı sağlama” devletin görevleri arasında yer alır. “Anayasamız kültürel kalkınmayı ekonomik ve toplumsal kalkınma gibi önemli saymaktadır. Esasen çoğulcu demokrasinin tam anlamıyla gerçekleşmesi yurttaşın bilinçlenerek yönetime katılmasıyla orantılıdır. Kolayca yanıltılabilen yığınlarla demokrasinin yürüyebileceğini sanmak yanlış olur. Böylesi bir ortamda, ancak propagandanın başarısı yığınlara yön verir. Bundan da hangi güçlerin yararlandığı açıktır.” (3)                                                                                

Ünlü tiyatro insanımız Muhsin Ertuğrul’un şu sözleri de Belkıs’ı doğruluyor: “Tiyatrolarla halk eğitimi yaygınlaşacak ve zamanla tiyatro sanatı da alabildiğine gelişecek, büyük şehirlerdeki kötü geleneklerden, esnaflıktan, alışkanlık baskısından kurtulacak, yeni yeni yazarlar, yeni yeni rejisörler, yeni yeni oyuncular ortaya çıkacak. Tiyatrolar bir yandan bulundukları şehirlerde temsiller verirken öte yandan o çevrede tiyatronun uğramadığı kasaba ve hatta köy bırakmayacaklar. Tiyatro yapacak olan idealist gençler ülkemize kültür, sanat, yaşama ve çalışma zevki götürecekler. Çocuklarımızın uyuyan istidatlarını uyandıracaklar, yeni sanatçı kuşakları yetiştirecekler. Tek bir sözcükle, tiyatrocular ülkemizin kültür meşalesi olacaklar, kararmış ruhları aydınlatacaklar.” (4)                                                   

Belkıs’ın vurguladığı gibi, tiyatro yaratıldığı sırada kendini yok eden, ama hep küllerinden doğan canlı bir yaratıktır. İçindeyken bütün insanların kendilerini dönüştüren bir şeyler alıp verdiği, büyülü bir iletişimdir. Ve kuşkusuz tiyatro, Lale Belkıs gibi tiyatro aşığı sanatçılar sayesinde bu coğrafyada hep var olmaya devam edecektir…

YAVUZ PAK- PINAR ÇEKİRGE

 

Kaynakça:

 

  • Akçan, Çetin. “Çok Yaşamış Bir Kadınızm Ben”, şarkı sözleri
  • //tiyatromuzesi.org/drupal/levend_yilmaz/oraloglu_tiyatrosu
  • “Sanatta İfade Özgürlüğü, Sansür ve Hukuk”- Siyah Bant -İstanbul Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Uygulama ve Araştırma Merkezi Yayınları, İstanbul, 2015, s:96
  • Sav, Ömer Atila. “Tiyatro Üzerine Yazılar”, Devlet Tiyatroları İç Eğitim Dizisi No: A-27, Ankara, 1986, s:58
  • Ertuğrul, Muhsin “Kalkınma Plânında Tiyatro”, Cumhuriyet, 20 Ocak 1963, s: 2.

 

Bir Cevap Yazın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.